20 Kasım 2010 Cumartesi

Taş bir sözcük düştü parçalandı
Henüz yaşayan göğsümde
Zararı yok, ben zaten hazırdım
Gelirim bunun da üstesinden.
– Anna Ahmatova

Anna Ahmatova, şöyle yazıyordu:

“Ben bizim kadınlarımıza nasıl konuşulması gerektiğini öğrettim, ama onları sessizleştirmenin nasıl olacağını bilmem.”

İşte... yazın hışırdayan sıcak soluğu

Bayram gibi sarıyor pencereyi.

Ben çoktan sezmiştim bu

Aydınlık günü ve boş evi

•••

Hedeflerinin neler olduğunu söyleyen, tarihsel olarak da ispatladığını düşündüğümüz ya da saydığımız nice kişinin gerçekte neleri söylemediklerini ve yenemedikleri korkularının gizli damarlarının sinir uçlarını araştırmak için yola çıkmıştı sanki Boris. Bir görüşe göre de, üniversiteye bu yüzden girmiş, sekiz yılda üç tez hazırlamış, ama hiç kabul görmemişti zavallı Boris. Oysa ölümünden dokuz yıl sonra St. Petersburg’da yayımlanan bir dergide ondan ‘geleceğin habercisi’ diye söz ediliyor ve tezinden geniş bir bölüme yer veriliyordu:

“Bir gün Mozart’ın Sihirli Flüt operasındaki Cehennemin İntikamı Kalbimde Kaynıyor aryasını tekrar tekrar dinleyeceksiniz, o gün yeniden Zhdanov şehri eski adı Mariupol olacak ve Andrei Zhdanov’un heykeli yıkılırken, Shostakovich çalacak meydanda ve bir genç kız, Osip Mandelstam’ın şu dizelerini okuyacak Anna için;

Yenisey’in aktığı geceye götürün beni

Çanların yıldızlara değdiği,

Çünkü benim kanım kurt kanı değil,

Ancak bir benzerim öldürebilir beni.

Andrei, edebiyatı dış etkilerden koruma bahanesiyle en iyi yazarları temizlemeye çalıştığı yıllarda sabahtan akşama kadar elinde bardağıyla dolaşır, Josef’e meyve suyu içiyorum, derdi. Kimseye itimadı olmayan lider Josef ise ona güveniyor görünse de, içkiye düşkünlüğünden dolayı sık sık onu ortadan kaldırmayı düşünürdü.”

•••

Kronolojik olarak tarih sözkonusu olduğunda önde gelen kişilerden biri olmasa da kendi küçük çevresinde sevilen biriydi Cahit Hüsnü Bey. Neden sevildiğini bir gün kendi kendine şöyle açıklamıştı: “Felsefeyle hiç işim olmadığını çok iyi biliyorlardı, sadece tarihleri sıralıyordum onlara, biliyormuş gibi yapmalarına da ses çıkarmıyordum. Bu, eski bir yöntemdi; geçerli, dikey ve zararsızdı. Birkaç basamak çıkabilmek için ideal bile sayılabilirdi. Tarih öğrencisiyken tanıdığım sıkı bir Epikürcü olarak tanınan Victor’dan söz etmek isterim size; dünya felsefesini taramış, dil üzerine sürdürmüştü çalışmalarını. Marx’ın arkadaşı Heine’den iki şiir çevirmiştim o yıllarda ve ona göstermiştim. Hiç düzeltmemek daha iyi, öyle kalsın demişti. O zamanlar şakacı biri olduğunu kimse anlamamıştı, bugün bile sıkıntıları vardır bu konuda.”

•••

Sayılı günlerdendi. Ellerini masaya dayamış, benzer bir günü tam anlamıyla yaşıyor sayılmasa da, iyiden iyiye sıkıldığını hissetti tüm benliğiyle. Bazı kelimeleri hiç kullanmamayı özenle sürdüren bir yazarla tanışmıştı bir yemekte. Neden, diye sormak gafletinde bulunmuş, açıklamalarını dinlerken buna binlerce kez pişman olmuştu.

•••

“Tarihte yasalar aramaktan vazgeçilmelidir, her tarihsel olay bir kez ortaya çıkan bir gerçekliktir,” diyordu Herder.