30 Ekim 2009 Cuma

italyan sineması

İtalyan sinemasına damgasını vuran iki akım vardır, bunlardan birincisi; Mussolini İtalya'sında 1930'lu ve 1940'lı yıllarda rejimin altın çağında halkın dikkatini baskı rejiminden başka tarafa çekmek amacıyla çekilmiş lüks hayatı konu alan beyaz telefon akımı , ikinci akım ise beyaz telefon akımına karşı başlatılmış italyan yeni gerçekçilik akımı 'dır.İtalyan yeni gerçekçilik akımı ise humanistliği ön planda tutarak gündelik yaşamı konu almıştır.bu akımın öncülerinden Federico Fellini Türk sinemasını etkileyen yönetmenler arasındadır.
Akımın önde gelen isimleri;
Federico Fellini
torio De Sica
Roberto Rossellini
Luchino Visconti
Pietro Germi
Cesare Zavattini

UZAK AŞK


İzlemenizi şiddetle tavsiye edeceğim filmin adı Uzak İhtimal. Bu filme giderseniz İstanbul-Tophane'de bir camiye yeni tayin edilmiş Müezzin Musa ile akça pakça, iyi kalpli komşusu, güzel Clara'nın hiyakesini izleyeceksiniz. Musa karakterinin tatlılığına, saflığına bayılacak, muhtemelen uzun zamandır gördüğünüz en inandırıcı oyunculuğa tanıklık edeceksiniz. Clara'nın içe kapanık güzelliğiyle büyülenecek, bu iyi kalpli insanların dünyasında geçirdiğiniz iki saatten arınmış olarak çıkacaksınız. Mahmut Fazıl Coşkun'un bu ilk filmi ne kadar da sevimli olmuş, memlekette sinema ile hikaye anlatan yönetmenler çoğaldıkça ne de çok seviniyoruz.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Tim Burton hastalarına...


''Tim Burton’un pek cazip hastalıklı dünyası, bünyeyi baştan çıkarmaya üç yaşında başlıyor..''
Plato Film yönetmenlerinden Mehmet Selçuk Bilge'nin resim, fotoğraf, makyaj, tasarım, video ve şiirlerinden oluşan 'Tim Burton Syndrome' adlı sergisi açıldı. Usta yönetmenin dünyasını seven herkesi bekliyor.


HİÇBİR ŞEY ÜZERİNE HERŞEY İÇİN
''Yakın arkadaşlar, tehlikeli oyuncaklar, fotoğraf makinesi ve photoshop lazım. 18 yaşından büyük olmaya da pek gerek yok, Tim Burton’un pek cazip hastalıklı dünyası, bünyeyi baştan çıkarmaya üç yaşında başlıyor, künyeyi yok sayıyor. Belki yeni uzun metrajına ya da animasyonuna fikir veririz, ya da bu muhteşemlik içimizde patlar, amacımız sadece eğlenmek ve egomuzu tatmin etmek. Sendrom müthiş, kalpler kırık, hepimiz mutasyona uğrak, gelecek bizim için, keyif de bizim. Onlar için Seinfeld, bizim için Bizimkiler. Sendrom uzun ömürlü olsun, herkes bana baksın. Tim Burton Syndrome – Hiçbir şey üzerine, herşey için..
Tim Burton'ın karanlık, özgün, düşündürücü ve farklı tarzını sevenler için serginin İstanbul'da olması pek de sorun olmasa gerek :) 'Tim Burton Syndrome' sergisi 25 Kasım'a kadar Kadıköy Hush Gallery'de devam edecektir.

27 Ekim 2009 Salı

Sevgili (hü)sinema severler, 29 ekim perşembe günü gösterim yapılmayacaktır.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Devasa tripatör kombisyonel isterisi

set çekince kabadayı ve de zorba kararlar aktif bünyelerde pasif etki yarattı. acının damakdaki zevki elastik vücutla kılıç kalkan oynamışcasına polisaçma. pigmentlerine ayrılan sonra derin kolda hizaya giren dere kurbağalarının beklenmeyen sonu molokof saldırılarına maruz kalan sınıf öğretmenlerinin zarif ellerine olanlarla aynı. sonuçta taaruzt atbikat amaçlı olunca ölmedi çocuklar. yoksa acı dudaklarda, acı bir nağme. tedbir bu ya hiç insiyatife mecbur bırakılmadı zanaatkarlar. ölünce aynştayna selamlarınızı iletmeyi unutursam, anneme sakın söylemeyin.

18 Ekim 2009 Pazar

22102009

Sezonun bu ilk uzun metraj film gösterimine, bir Woody Allen harikasıyla giriş yapıyoruz arkadaşlar.

Bana kalırsa, Woody' nin en iyi filmi olan, "Hannah and Her Sisters" (1986)' a hepinizi bekliyoruz. Son derece keyifli, zeki, entellektüel, sanatsal bu filmi kaçırmamanızı tavsiye eder, şimdiden iyi seyirler dilerim...

Ayrıntılar için:

- http://www.imdb.com/title/tt0091167/

- http://beyazperde.mynet.com/film/4228

adreslerine bakabilirsiniz.

Tarih: 22 Ekim 2009 Perşembe
Saat: 18:25
Yer : Tenedos

Tenedos Cafe : Selanik Caddesi 67/A Kızılay Ankara

metropol sinemasından kocatepeye giderken yolun sonunda sol köşede








--
E-Posta : husinema@gmail.com
Blog : husinema.blogspot.com
Facebook : http://www.facebook.com/home.php?#/group.php?gid=5654473263&ref=ts

altın portakal

Altın Portakal için bu yıl yarışan16 film:
Emre Şahin, `40`
Kutluğ Ataman, `Aya Seyahat`
Meriç Demiray, `Babam Büfe`
İlksen Başarır, `Başka Dilde Aşk`
Onur Ünlü, `Beş Şehir`
İnan Temelkuran, `Bornova Bornova`
Murat Saraçoğlu, `Deli Deli Olma`
Ümit Ünal, `Gölgesizler`
Orhan Eskiköy, Özgür Doğan, `İki Dil Bir Bavul`
Yavuz Özkan, `İlkbahar - Sonbahar`
Mehmet Bahadır Er, Maryna Gorbach, `Kara Köpekler Havlarken`
Zeki Demirkubuz, `Kıskanmak`
Reha Erdem `Kosmos`
Miraz Bezar `Min Dît` (Ben Gördüm)
Bahadır Karataş, `Usta`
Mahmut Fazıl Coşkun, `Uzak İhtimal`

Ödüller;
En İyi Film: ''Bornova Bornova'' - ''Kosmos''
En İyi İlk Film: `İki Dil Bir Bavul`
En İyi Erkek Oyuncu : 'Bornova Bornova' filmiyle Öner Erkan
En İyi Kadın Oyuncu : 'Kıskanmak' filmi ile Nergiz Öztürk Törende
En İyi Sanat Yönetmeni : 'Usta' filminin yönetmeni Zeynep Koloğlu
En İyi Kurgu :'Bornova Bornova' Erkan Tekemen
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:'Bornova Bornova' filmiyle Damla Sönmez
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu : 'Kara Köpekler Havlarken' filmi oyuncusu Volga Sorgu
En İyi Müzik : 'Deli Deli Olma' filmi,
En İyi Görüntü Yönetmeni :'Kosmos' filmi ile Florent Herry
En İyi Senaryo: '5 Şehir' filmini yazan Onur Ünlü
En İyi Yönetmen : 'Kosmos' filmiyle Reha Erdem
Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü (Ses-Efekt-Kostüm-Makyaj-Saç Tasarımı): ''Kosmos''
Behlül Dal Jüri Özel Ödülü (Genç Yetenek): ''Usta'' filminin yönetmeni Bahadır Karataş, ''40'' filminin yönetmeni Emre Şahin, ''Ben Gördüm-Min Dit'' filminin öykü yazarı Evrim Alataş ile ''Beş Şehir'' filminin oyuncusu Tansu Biçer.

17 Ekim 2009 Cumartesi

noel baba ishal olmuş ya da 12 parmak bağırsağıma yılan sıkıştı

bana gönderilen postada sevinçleri ellerinden alınmış cesetler vardı. bana anlatılan fıkralarda gülmeyi unutan adamlar vardı.bir gün bir doktara bir cellat gelmiş ve bir derdinin olduğunu söylemiş. bir adam bir doktora derdini anlatmış ve demişki'ben mutlu olamıyorum' bir doktor biraz düşünmüş ve bir fikir gelmiş aklına. "karşıda bir cellat var bir gün o bir cellatınyanına git" demiş. bir cellat bir anda ağlmaya başlamış ve göz yaşları bir bir dökülmüş yanaklarından. "iyi de bir doktor, o bir cellat zaten benim"

şimdi hepimizin aklında birer soru oluştu. hangimiz doktor? bana en yeminli hipokratlarınızı gösterin. hangimiz cellat? bana kafatası koleksiyonlarınızla yaptığınız halı desenlerinizden bahsedin. çokca sade bir yaşamı renklendirmek için yatmalı bir kez de olsa. sevişmeli onunla ölümüne. sen de tam bu esnada çıktın ya karşıma bir cellat, hem de hiç beklenmedik bir anda.herkes sevgilisini görebilmek için dersi kırarken, ben hayatı kırdım, mutfaktaki kapının camını kırdım. götürdüm seni. götürdüm işte herkesin olduğu her yerden, hiç kimsenin olmadığı heryere! orda hep beraber uyurduk seninle. çırılçıplak yatardık. üşüme diye tenimi çıkartırdım bedenimden, kırdığım tırnaklarımla, örterdim üstüne. sen bi güzel sarılır uyurdun. sabah uyanınca sevişir, sonra tekrar yatardık.

ve bir sabah uyandığımda bambaşka bir yerdeydim. yoktun sen. etrafıma bakındımyatağımdaydım kendi odamda. bir tıkırtı geldi yatağımın altından, eğilip baktım. ak sakallı dedemi ve noelden babamı sekishik yakaladım. komidinimden bir kaç litre mide asidi çıkartıp döktüm üstlerine eridiler. sonra onları küçük 3 şişeye doldurdum.birini beyaz saraya yolladım. birini karşıdan karşıya geçerken yanlışlıkla elimden düşürdüm. diğerini hala saklıyorum. inanmayan bakabilir hala ecza dolabımda. vestiyerin üst kısmında işte yukardaki dolapta.. bekle yetişebilmen için bi taburegetiriyim bari. evet evet su pamuğun yanındaki küçük mor şişe. DUR elleme HEYY!! evet artık o da yok kırdın işte!!! ama sana değil ayağının altıdaki minik tabureye kızıyorum ben. biri bana mide haplarımı getirsin. galiba gebeyim. yoksa size anneniz mart ayında kedi yememenizi tembihlemedi mi hala!?

yunus emre karadeniz

16 Ekim 2009 Cuma

Kings Of Convenience


İlk olarak iki sene önce 2004 yılında çıkardıkları albümü dinletmişti Lüzumsuz Adam bana. Bu Norveçli ikiliyi ilk dinlediğim gün ne hissettiysem , şu an dinlediğimde aynı şeyi hissediyorum . Huzur.. Bu adamlar ne yapsalar dinlerim.

Bu albümlerindeki özellikle "Know How" isimli parçaları ilgimi çekmişti.

What is there to know?
This is what it is
You and me alone
Sheer simplicity

Bu şarkının nakaratındaki gibi onların sırrı belki de basitliklerinde. Sakin vokalleri ve sakin gitar melodileri grubun göze batan özelliği. Beş sene aradan sonra çıkardıkları "Declaration of Dependence" albümleri de aynı niteliği ve çizgiyi koruyor. Sakin , iddiasız , ve doğrudan çok şey vaat etmeyen parçaları zihinleri temizleyip bir çok şeyi farketmemizi sağlıyor.

İçinde bulunduğumuz hayatın tüm karmaşasından , gürültüsünden , yoruculuğundan uzaklara dingin bir yolculuk şarkılarının vaat ettiği tek şey.Ve evet bir tesadüften daha fazlası bence albümün sonbahar da çıkıyor olması.

15 Ekim 2009 Perşembe

FESTİVALLER TARİHLERİ VE YERLERİ

Film Festivalleri :DEADLINES (tarih sırasına göre)-

Dans Kamera 09 2. Uluslararası Dans Filmleri Festivali (15 Temmuz 2009)http://www.facebook.com/topic.php?uid=18312363896&topic=7941-

NISI MASA 8. Kısa Film Senaryo Yarışması (31 Temmuz 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9253&uid=18312363896-

12. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali (31 Temmuz 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9258&uid=18312363896-

"Depremi Nasıl Görüyoruz?" Kısa Film Yarışması (1 Ağustos 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9259&uid=18312363896-

3. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (15 Ağustos)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9257&uid=18312363896-

1 Dakika Kısa Değildir (31 Ağustos 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=8547&uid=18312363896-

6. İAF İstanbul Animasyon Festivali (4 Eylül 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=8548&uid=18312363896-

Kentli Olmak Kısa Film Yarışması (10 Eylül 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9540&uid=18312363896-

Ankara Barosu 3. Kısa Film Yarışması (16 Eylül 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9323&uid=18312363896-

4. Uluslararası Bursa İpekyolu Film Festivali (21 Eylül 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9541&uid=18312363896-
J
CI İstanbul Crosroads 4. Uluslararası Kısa Film Festivali (20 Ekim 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9252&uid=18312363896-

Metro Group 7. Kısa Film Yarışması (9 Kasım 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9324&post=34478&uid=18312363896#post34478-

8. Filmmor Kadın Filmleri Festivali (15 Kasım 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9539&uid=18312363896


ETKİNLİK & FESTİVAL (tarih sırasına göre)-

3 İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (5 - 11 Ekim 2009) (İstanbul)http://www.archfilmfest.org/-

Kentli Olmak Kısa Film Yarışması (5-11 Ekim 2009)http://www.izmimod.org.tr/-

Dans Kamera 09 2. Uluslararası Dans Filmleri Festivali (15 Ekim - 15 Kasım 2009) (İstanbul)http://www.dancecamera-istanbul.org/-

21. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali (4-11 Kasım 2009) (İstanbul)http://www.istanbulfilmfestival.com/-

6. IAF İstanbul Anismasyon Festivali (13-22 Kasım 2009) (İstanbul)http://www.iafistanbul.com/-

12. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali (4-11 Aralık 2009) (İstanbul)http://www.bsb.org.tr/-

4. Uluslarası Bursa İpekyolu Film Festivali (11-19 Aralık 209) (Bursa)http://www.ipekyolufilmfest.com/website/-

8. Filmmor Kadın Film Festivali (2-9 Şubat 2010) (İstanbul)http://www.filmmor.org/


YABANCI FESTİVALLER

- 8th RICa - Rencontres Internationales du Cinema d'Animation (Fransa) (16 Ağustos2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9936&uid=18312363896-

Short Movie Festival (İtalya) (21 Ağustos 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9933&uid=18312363896-

15th Cinema Tous Ecrans (Fransa) (30 Ağustos 2009)http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fwww.facebook.com%2Ftopic.php%3Ftopic%3D9932%26uid%3D18312363896&h=ec6a9d7285dda71cd03ef3b4cb372691-

Saint-Petersburg International Youth Film Festival (Rusya) (5 Eylül 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9935&uid=18312363896-

20th Stockholm International Film Festival (İsveç) (11 Eylül 2009)http://www.facebook.com/topic.php?topic=9934&post=38240&uid=18312363896#post38240

12 Ekim 2009 Pazartesi

Tanışma Toplantısı ve İlk Gösterim

Merhaba arkadaşlar ;

Tanışma toplantımız 14 Ekim Çarşamba saat 17:00' de Beytepe Kampüsü'nde Beycafe'de yapılacaktır.
İlk gösterimimiz ise 15 Ekim Perşembe saat 18:30'da Kızılay'daki Tenedos cafe de yapılacaktır.

İlk gösterimin programı ise şöyle ;


"Spielzeugland (2007)"
- http://www.imdb.com/title/tt1280548/

"Sebastian's Voodoo (2008)"
- http://www.imdb.com/title/tt1305751/

"Doodlebug (1997)"
- http://www.imdb.com/title/tt0411302/

"Lifted (2006)"
- http://www.imdb.com/title/tt0945571/

"Vincent (1982)"
- http://www.imdb.com/title/tt0084868/


Tenedos Cafe : Selanik Caddesi 67/A Kızılay Ankara

metropol sinemasından kocatepeye giderken yolun sonunda sol köşede

Sorun ve önerileriniz için aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz.

Görüşmek üzere ...


--
E-Posta : husinema@gmail.com
Blog : husinema.blogspot.com
Facebook : http://www.facebook.com/home.php?#/group.php?gid=5654473263&ref=ts

KULAK KİRİ VE SIÇANLAR

masum bir yakarıştı benden çokca uzak bir gökyüzünden gökyüzüme haykırılan. kulaklarımı tıkamaya çalışırken deldim kulakzarımı parmaklarımla, artık bakir dğil. ter bezlerim korkuyu salgıladı. gözlerime üfürülen uyku tozlarıbirer intihar komandosuydu. gözlerimdeki torbalarda onlardan birer ordu kurdum. ağlamak isteyince durdururlar onlar beni ve ne zamanölmek istesem bileklerimle öpüşür en keskin kalem traşların jiletleri.

çift kişilik bir pandomimde senkronu kaçırmamak içindi bunca çabam. ben kötü olmadım hiç. en iblis yanım şeytan tırnağım. yaşlanmadan bunamayacağım. içimdeki çocuğukayalıklara fırlattım. katil olamam ya. çocuk pornolarında oynaması için teklifler geliyordu!!zihnimdeki alacalı bulacalı renklerle kendime bir tablo yaptım. altına imzamı atmadım ve geride delil de bırakmamak içinyaktım bütün fırçaları ve darbeleri. çıktım en yakın hastaneye gidip kendime 3-5 serum aldım. tam ayrılırken çöp kutusundansesler duydum, gittim, baktım. ikiz ceninler vardı aldım cebime koyup eve getirdim. sevdim emzirdim. onlara meni çorbasıregl maması yaptım. çabucak büyüdüler. birini salonda katletmek zorunda kaldım. çünkü cinsel arzuları uğruna kaburgakemiklerini kırmamı rica etti.evde fazla ingiliz anahtarı kalmamıştı ben de alt komşudan elktrikli testeresini aldım.ayarı galiba kaçırmışım. en son ağzından kalın bağırsakları sarkarken balkondan intihar etmeye çalışıyordu gördüğümde.ötekine Sam adını verdi. çok sersem biriydi. bir gün çok keyiflendi benden tek sigara istedi. VERDİM.
elini şıklattı veparmak aralarından çıkarttığı alevle yaktı sigarasını. yalnışlıkla ateşi halıya düşürdü. ev alev aldı. alevler çok yükseldi bir gece vakti sokağımda ve filistinden dumanı gören çocuk küfretti! ve birileri kulaklarını tıkarkenolanları duymamak için, yalnışlıkla kulak zarlarını deldi!!!

11 Ekim 2009 Pazar

"3 days of peace&music "

Özgürlük çığlıkları, barış, müzik ve dahası.. Hepsi yaklaşık 40 yıl önce bir festivaldeydi. Festivalden fazlasıydı aslında, bir ruhtu belki de, bir yaşam tarzıydı. '69 da özgürlük "Woodstock"tı. Özgürlük, bazen kendi adından başka adlar altında görünür. Sanırım 1969 yılı, özgürlüğün bilincine varıldığı, ama sonradan yitirildiği bir an olmuştu. Fakat bu an, önemli ve güzel, gerçeküstü ve gerçekti. Bu öyle bir eylemdi ki, kollektif özgürlüğün tüm bireysel özgürlüklerin biraraya gelmesinden daha başka bir şey olduğunun bilincine varıldı. 1969’un anlamı bu oldu işte.
Woodstock, "başka bir Amerika" ve başka bir dünya umutlarını güçlendiren, birçok tabuyu yıkan bir etkinlik olmuştu. Festival alanını dolduran yüz binlerce kişi benzer umutları taşıyordu ancak ortak bir siyasi görüş yoktu.Woodstock, özgürlük, sevgi ve barış mesajlarının yanı sıra, bohem bir yaşamı ve uyuşturucuyu olumlayan bir kültürü de yansıtıyordu.

18 Ağustos 1969’da, sahneden indikten bir kaç saat sonra, Jimi Hendrix bir radyo istasyonuna verdiği mülakatta şöyle demişti: "Woodstock’ın barışçıllığını ve çok, çok, çok iyi müziğini sevdim. İyi müzik’ten kastım hakiki müzik, çok uzun zamandır hasretle bu müziği bekleyen insanlar vardı. İnsanlar çamurda yattılar, yağmurda ıslandılar, şuna maruz kaldılar, buna maruz kaldılar, ama neticede galip geldiler. Bence başarılı bir festivaldi... İnsanlar sokak çetelerinden, militan gruplardan, Başkan’ın palavralarından usandılar... Başka türlü bir şey, başka bir yön, başka bir istikamet arıyorlar. Ve doğru kulvarda koştuklarını, doğru şarkıyı söylediklerini biliyorlar... Fakat, nereden çıktı bu insanlar ?"

Evet, nereden çıktı bu insanlar? Bu insanlar herşeylerini bir kenara itip, gerçekten istedikleri gibi bir dünya yaratmaya çalıştılar. Tek suçları buydu belki. Dün tektiler, o gün birleştiler ve bir anlam yüklediler. Belki istedikleri bir nebze dahi oldu. 3 günde olsa oldu. Bu o kadar önemli değildi. Hiçbir zaman unutulmadılar. Uzun saçlar, kirli bedenler, çıplak vücutlar.. Belki böyle hatırlanıyorlar ama o bedenlerin altında hiç de "pis olmayan" düşüncelerde vardı. Binlerce insan "love and peace" sloganıyla, Vietnam Savaşına karşı başkaldırdılar. Bir müzik festivalinden çok daha fazlasıydı.

Efsanevi isimler de vardı o gün orada; Country Joe McDonald, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Joe Cocker, The Who, Santana, Jefferson Airplane.. ve daha nicesi... Onlarda o yağmurun altında barış ve özgürlük için çırpınan gençlerin yanındaydı. Kimse şikayetçi değildi halinden. Herkes mutlu ve olması gereken şeyi yaşıyordu.. Onlar için olması gereken hayat oydu.
Çok fazla duruldu üstünde, çok eleştiriye maruz kaldı. Herşeye rağmen onlar yeni bir kuşağın sembolü haline geldi, ABD'de ve dünyada birçok tabunun yıkılmasına etkili oldu. Sonraki yıllarda birkaç kez tekrarlanan festival, hiçbir zaman 1969 efsanesinin yerini alamadı.

revolutionary road


Hayallerin ve umutların sistemin çarkları içinde nasıl da bir dişliye dönüştüğünün gözler önüne serildiği, ağır bir "amerika rüyası" eleştrisi yapan başarılı film.Film büyük hayallerle başlayan hayatların sıradanlaşması sürecini ve o dışarıdan görünen "mutlu aile tablosu"nun içinde ki iki yüzlü tavrı gözler önüne sermekte.Var olanın mutsuzluğunu, risk alma korkusuna tercih etme belki de cesaret edememe, toplumun belirlenmiş kalıplarını kabullenme erkeğin çalışması, kadının evde bulaşık yıkayarak çocuklara bakması ve bu kalıpları aşmaya çalışan bir kadının yaşadığı bunalım anlatılıyor filmde.Kate Winslet ve Leonardo Dicaprio'nun oyunculukları hikayenin gerçekçiliğini ve etkileyiciliğini oldukça arttırmış.Film daha önce Titanik filminde izlediğimiz ikili geçen süreçte oyunculuklarında ki gelişimi gözler önüne seriyorlar.Bir toplum eleştrisi olan film kendinize bazı soruları yöneltmenize neden oluyor, sizi düşünmeye itiyor sırf bu anlamda bile çok iyi bir film olduğu söylenebilir.Yönetmeni Sam Mendes 1999'da çektiği American Beauty filmindeki içeriği bu filmde hikayeye entegre ederek çok daha başarılı bi filme imza atmış kanımca.İzlemeye değer bir film.İyi seyirler...

9 Ekim 2009 Cuma

Calvino'yla yazgınız kesiştiğinde..

En sevdiğim yazarlardan biridir Italo Calvino. İyi bir romancı, çok iyi bir öykücüdür. Kozmokomik Öyküler'i, Marcovaldo'su, Görünmez Kentler'i.. Çoğu zaman günlük, sıradan diyeceğimiz olaylardan söz eder, kimi zaman girintili çıkıntılı hayal gücünün fantastik serüvenlerinde dolandırır bizi. Bana Calvino'yu sevdiren kitaptan, Kesişen Yazgılar Şatosu'ndan bir iki cümle geldi aklıma biraz önce, açıp okudum. Şimdiyse yazıyorum.

"Zevklerin sınırı yoktur, koşullanmış tepki çeşitlemelerinin sınırı olmadığı gibi; her şey, tepkiyi kimin koşullandırdığına bağlıdır."

Bir de şu var çok sevdiğim,

"...Yedi kat göğe çıkman gerek Astolfo. İçinde insanların yaşamadıkları öykülerin, akıllarından tek bir kez geçen ve sonra sonsuzluğa dek yitip giden düşüncelerin, birleşimler oyununda dışta bırakılan olasılık parçacıklarının, varılması gereken ama bir türlü varılamayan çözümlerin saklandığı Ay'ın soğuk ovalarına..."

Durup bir düşündüğünüzde, gerçekten, evrende bir yerde varolmalı bunlar. Nerede peki?

Kaoslara Çığlıklar

Bana, devletine ve kendine müttefik ordular kurun. Onlarla akşam yemeğine oturup ülke meselelerini tartışmak istiyorum.kadeh kadeh şaraplar dökülsün gırtlaklardan mideye ve biz kendimizi uzun bir gecenin ardından, soğuk duvarlarında kurtçukların seviştiği tuvaletlerde kusarken bulalım... Kusalım içimizdeki bütün pisliği ağızlarımız kanlı kanalizasyonlara dönüşsün!! Biz kusalım bütün bildiklerimizi, devlet sırlarını ve de hissettiklerimizi!! Bunları yaparken ses tellerimizi de kullanalım!! haykıralım bir pisuvardan şehrin pis ve sıçanların koşuşturduğu kanalizasyonlarına!! bizi susturmak istese de karanlık, biz aydınlık olup sıyrılmayı bilelim ve örnek olalım bağırırken kendilerini dahi duymayan ahmaklara!! Onlara önderlik yapıp günahlarını da biz üstlenelim. Yazık!! Yazık!!

Kaos... Evet, hayatlarımızın ve bedenlerimizin cevabı bu: KAOS... Karmakarışık ve karanlık bir dünyanın içinde kendimizi kaybediyoruz. Sebepli sebepsiz karamsarlıklara bürünüp tanrının sesi olmaya çalışıyoruz! ne kadar haykırırsak da o kadar haklı sayılırız, hiç kimse işitmeyince. Sesimiz duvarlara çarpar sonra yüzümüze... Duvarlar yıkılırda, utancından kızarmaz yüzler...derin felsefik yaralar açsa da bir cinayet orda durup seyirci kalmamalı hayata. Seri olmalı katil olmalı! Bunları da yapamıyorsak bir cinayet kitabında kurban olmalı! hayatı yaşamalı çünkü dolu dolu !!
bir bakmışsın ki yalnız sen kurban değilsindir yaşadığın bataklıkta. Seni dibe çeken zorbalıklar var ayaklarını bastığın dünya üzerinde!! Gramofonlar belli belirsiz marşları çalar kulak zarının hemen önünde ve bir yok oluşa tanıklık etmeküzeredir portreler!! yılanların deliklerinden kanlar boşalır bedenlerimize!! ziyan etmesin dikkat et seni de damarlarıma yüklediğim aşırı doz melankoli!!! zehir zemberek bir gerçeğin ardında gizlenen yalan olsa gerek hüsran..seni öyle bir köşeye sıkıştırır ki çaresizlik, senle aynı derde muzdarip cellatları da göremezsin!!!

Haydi, bedenlerimize uyuşturucular yükleyelim. Yaşamla hayat arasındaki köprüde cambazlık yapıp dikkat çekmeye çalışalım!!! evet bunu yapalım!!! Ancak ağlamaya başladığında çok geç kalmış olmaz azrail. Göz pınarlarımızdan süzülen kanlar ıslatır yanaklarımızı ve toprağa düştüğü yerden bir umut filizlenir. Ardında kimse fark etmeden bir adam gelir ve söker alır umudu yetişmeden!!! Hangi yöne baksak çare yoktur!!! Bir köşeye çekilip tanrının elinin gelmesini beklememeliyiz! ona eli, biz uzatmalıyız!!!!!! Ya da keskin bir jilet darbesini bileklerimize verdiği hasarla son verirken hayata, son nefesimizin son haykırışımız olduğunu unutmamalıyız!!!!!Haydi, cinnetimin eşiğinden kurtarın beni. Bana safkan günahları servis edin. Beni sessizliğimle yargılamasınhayat. Ve de siliüetler gölgelerde ölürler!! Ben durup durup anlatsam her caniyi elinde bir bıçakla, ev sahibimzam yapamazdı kirama!! Haydi, cinnetimin eşiğinden kurtarın beni. Bana safkan günahları servis edin!!

Kaos... Karanlık sardı bedenlerimiz çepeçevre ve biz bu karanlık çerçevede önümüzü pek de net göremiyoruz...Gözlerimiz oyuklarından akıyor dökülüyor yerlere... Parmaklarımızın arasından kaçıveriyor, avuçlarımıza hapsettiğimiz "ev cinleri"... Ne zaman anlatmasak istesek bir şeyleri birilerine, ağzımızdan koyu yeşil balgamlar fırlıyor!! Duymamazlıktan geliniyoruz!! Ben de sinirlenip koşarım cinnetimin eşiğinden ve tükürürüm suratlarına!! Derhal dönüp İskender okurum, bukowskiye kaçarım annemin evinden...

Kâbuslarımdan uyanmışken hazır, vakti geldi anlatmak istediklerimin artık, ergen oldular... Onlar engin ordular...gergin doğdular... Seçkin oldular ama sonunda gene toprak oldular... Kimi zulmü gördü, kimi zulme sövdü, kimi 5 yaşındaki kızlara tecavüz ederek bağırsaklarını yırttı, kimi bağırsak oldu, ama hepsi biz bağırsak da bağırmasak da sonunda yok oldu!! Onları tabut çivilerini kurtçuklar yedi, penislerini yılanlar!! Duymak istemeyen kulaklar, bilirim bu gerçekleri de yalanlar!! Sessiz kalmanın verdiği acizliği söktüm kalbimden. En medeni cesaretimlevarım ve buradayım!! Anlatılanlar ve haykırılanlar var parmaklarımda... Daktilonun tuşlarını ağlatan kinle aynıdozajda bu kelimeler!! Korkusuz bir fedaidir artık cesaretiniz ve sizin ondan başka zırha ihtiyacınız yoktur!!soyunun ve sevişin arkanızı döndükten sonra küfrettiğiniz her şeyle!! Gidip adam gibi dayak yiyip gelin!! bu sefer arkanızı döndüğünüzde küfretmeyin, bir randevu daha isteyin ve bu yüzden bir kez daha dayak yiyin!!kanlar içinde eve gidip bu olanlar için tanrıya şükredin ve sağlam bir uyku çekin!! Herkes Bir an öncegözlerini yumup duymaya çalışsın tanrının haykırdıklarını! İşte o ses benim görmek istediğim bir rüya...

Forsa Midas

7 Ekim 2009 Çarşamba

it happened one night


Günümüz romantik komedilerine taş çıkartan bir film It Happened One Night. Ama asıl önemli konu, Clark Gable bu filmde döneminden (1934) beklenmeyecek bir karizmaya sahip- bende bunu, sadece bunu paylaşma isteği yaratacak kadar.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Les Choristes

2004 yılında adını oldukça duyuran bir filmdi Les Choristes ( Koro ). O sene fırsatım olmamıştı ama onu izleyen yıllarda bir kereyle de yetinmeyip birkaç kez izledim. Öyle aşırı mükemmel değildi, belki alışılmış da bir konusu vardı. Ama çok içten bir filmdi ve sanırım en çok kendi bağlayan yanı müziğin çokça ön planda oluşuydu.



Filmde koronun söylediği görünen şarkıları Fransız bir çocuk korosu seslendirirken, esas çocuk Pierre Morhange'ın söylediği solo kısımları gerçekte de rolü canlandıran Jean Baptiste Maunier seslendiriyormuş. Filmden sonra günlerce dilimden düşmedi şarkıları. Fransızca bilmediğim için bunlar nırınıy lardan öteye geçmiyordu elbette. Ya da taa çocukluk zamanından gelen bi ''ben attım, oldu'' tadındaki çakma Fransızca kelimelerimle süsleniyordu filmde geçen şarkılar. Baktım silinip gidiyor şarkılar aklımdan. Yok bu böyle olmayacak. Ordan burdan edinmeye çalıştım şarkıları ama hepsini de bulamıyorsun öyle ordan burdan. Gittim soundtrack ini aldım. Ara ara müzik listelerimde yer almaya devam etti bazı şarkıları. Geçenlerde bilgisayarımda şarkılar karışık halde çalarken filmin zihnimde en çok yer eden parçası sesini duyurdu; lueur d'été . Filmden kareler belirdi gözümün önünde; O şarkının fonda olduğu kareler, filmin başka çarpıcı kareleri...

Filme seçilen müzikler, filmde söylenen şarkılar gerçekten filmin çarpıcılığını ve akılda kalıcılığını üst düzeyde etkileyen bir unsur. Bu tatlı( tadının ne olduğu tartışılır tabi) Fransız filminin müziklerini Bruno Coulais yapıyor olmasaydı veya bu kadar harika bir şekilde seslendirilmiyor olsaydı bu derece etkileyici olur muydu bilmiyorum.

4 Ekim 2009 Pazar

Başlarken..

Merhabalar herkese. Hacettepe Üniversitesi Sinema ve Video Topluluğu olarak blogumuza işlerlik kazandırmak için çalışmaya başlamış bulunuyoruz. Sinemadan bile önce gelen amacımız "paylaşım" a paralel olarak burada sinema , edebiyat , müzik vb. konularda her türlü bilgi ve düşüncemizi paylaşmayı hedefliyoruz. Ayrıca gösterimlerimiz ve toplantılarımızla ilgili her türlü duyuruyu buradan takip edebilirsiniz.Yeni üye olan arkadaşlarımızdan ve tabi ki eski üyelerimizden yazmak isteyenler olursa -ki olsun mutlaka- husinema@gmail.adresinden bize ulaşabilirler.
Film gösterimlerimize yakın bir tarihte - umarız gelecek hafta - başlayacağız.Buradan takip edebilirsiniz.Daha önce yaptığımız etkinlikler ile ilgili ufak bir yazıyı sağ tarafta bulabilirsiniz.
Az önce eklediğimiz yuvarlak masa etiketine sahip yazıya gelelim. Son buluşmamızda eğlenmek için yaptığımız bir etkinlikten ibaret. Masada oturan herkesin bir iki cümle eklemesiyle ortaya bu yazı çıktı. Ve bundan sonraki her buluşmamızda tekrarlayacağız -Evet şu an ben belirledim -
Paylaşmayı seven , dinlemeyi , anlatmayı , eğlenmeyi bilen keyifli bir topluluğuz. Odak noktamız sinema fakat bundan ibaret değiliz. Yeni yüzlerle tanışmak için sabırsızlanıyoruz. Masamız yeterince büyük , sinema topluluğu olarak aramıza katılmanızı bekliyoruz.
Görüşmek üzere...

03102009

Yıl 2009 ılık bir sonbahar akşam üstü Hacettepe Sinema ve Video Topluluğu olarak Kızılay'da toplandık. Bu seneki etkinliklerin neler olacağını belirlemek istiyoruz. Uzak olmayan bir gelecekte bu yazı burda bizimle olacak. Umursamaz ,unutkan...Kimse hatırlamıyor konuşulanları. Belki hatırlamamak en iyisidir. Anı yaşa! 3 film birden izlemek istiyorum ayrıca! Geceyi müzikle bitirme planları , gülüşmeler , mutluluk sarhoşluğu. Film izlemek istiyorum ! Zaten ben topluluğun benimle geyik yapabilme ihtimalini seviyorum. Konuşmak.. Konuşmak .. Beklemek.. Özlemek.. Yeniden konuşmak.. Konulup fikirler , planlar üretip bunu gerçekleştirme hayalleri kurmak ; gerçekleşmese bile burda körili tavuk salata kokusuyla sohbet etmek. Bu sene gerçekten ümitlenmek , Hacettepe ve sinema bileşiminde konuşmak , konuşmak.. Körili tavuklu salatanın sadece kokusu değil , kendisiyle de beslenerek konuşmaya dahil olmak. Giderek daha aktif oluyoruz sanki. Keyifliyiz , konuşkanız , hevesleyiz. Dönemin ilk tüm-ekip toplantısındayız. Eksiklerimiz var , ama gelecekler inanıyoruz. İki senedir sadece inanıyoruz. Partimiz bile ayaklı perde inancımıza bağlı.Konuşacak çok şey var. Kaç kişi gelecek ? Önemi yok. 10 kişi bile olacak izleriz. "Film insanın doğasından gelir."
Sabah erken saatlerde gelen kahve kokusuyla uyanmak , kokunun geldiği yöne doğru yönelmek ve kişisel ihtiyaçları es geçip , kahve içmek arzusu. Kahve , kahve ve sigara. İzlediğim en kötü filmlerden.. Filmler.. Kahveni alıp güzel bir film seçmek , sabaha kadar izlemek. Zaman öyle farkında olmadan geçer ki , uzanmış oldupun yatağın sıcaklığını ve ıslaklığını hissedersin. Kalkarsın. İhtiyaçlarını giderirsin ve yarın içeceğin kahvenin düşüncesiyle uykuya dalarsın.

Krzysztof Kieslowski? Nie Wiem...


Belgeselciler zamanı, mekanı, bu zaman ve mekanın içindeki kişileri, içinde olup bitenleri olduğu gibi anlatırlar. Olduğu gibi, biraz da etkileyici noktaları ön plana çıkararak belki. Ne var ki, belgeselden kurmacaya geçen yönetmenler çoğu zaman kurmacanın da "hayat" olduğunu unuturlar. Oysa böyle midir Krzystof Kieslowski? Akan gözyaşları için bizi üzmektense "hayat bu, herşey olur..." demez mi? Cinayeti trajik hale getirmektense "ölüm"ü düşündürmez mi, Öldürme Üzerine Kısa Bir Film' inde? Akışın içinde, sözcüğün tam anlamıyla "doğal" bir biçimde kendimizle, toplumla, ahlaki değerlerimizle çeliştirmez mi? Peki hayata karşı bu doğal bakışı, bakmadan sorgulatışı mıdır bana Kieslowski'yi sevdiren? Nie wiem...