30 Kasım 2009 Pazartesi

Ahmet Uluçay


'Kütahya'nın Tavşanlı İlçesi'ne bağlı Tepecik Beldesi'nde 1954 yılında dünyaya gelen, Ahmet Uluçay. çocukluğunda yaşadıklarından esinlenerek çaktiği ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ adlı filmi yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gördü, 40'ya yakın ödül aldı. Uluçay'ın ‘Optik Düşler’, ‘Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak’, ‘Bizim Köyün Orta Yeri Sinema’ ve ‘Bizim köyde bayram sabahı’ adlı belgesel filmleri de bulunuyor.'*
Malesef bu değerli insanın biyografisi blogumuza öldükten sonra ekleniyor ancak o sıcacık ve samimi filmleriyle hep bizimle olacak...

Gösterim 031209

Bu haftaki gösterimde Sidney Lumet'nin 12 Angry Men adlı filmini izleyeceğiz arkadaşlar. Görüşmek üzere.

http://www.facebook.com/event.php?eid=187754067555&ref=mf



Film hakkında ayrıntılı bilgi için:

- http://www.imdb.com/title/tt0050083/

- http://beyazperde.mynet.com/film/1742

29 Kasım 2009 Pazar

Gezici Festival

4-10 Aralık tarihleri arasında Gezici Festival Ankara'da olacak. Festivaldeki filmler genel olarak çok çekici ve hepsi de 'gel beni izle.' diyor. Fırsat oldukça görülebildiği kadarı görülmeli. Ama bu bireysel gidişlere ek olarak bir de Hüsinema olarak bir filme gitsek...

Aslında amacım bir anket düzenleyip gidilecek filmi seçelim demekti. Ancak film sayısı oldukça fazla olduğu için upuzuuun bir anket yaratmak istemedim. Bunun yerine; istediğiniz filmin adını bu yazının yorum kısmına yazacak olursanız, o filmin uygun bir seansına (tercihen 16.45 ve sonrasındakiler) birlikte gideriz. Çok da keyif alırız =)

Not: Bilet fiyatları 6 lira, filmler Batı Sineması(Kızılay)'nda.

Gezici Festival


15. Gezici Festival başlıyor!

Tarih: 4-20 Aralık 2009
Yer: Ankara- Artvin- Üsküp

Ayrıntılı bilgi için, http://www.gezicifestival.org

28 Kasım 2009 Cumartesi



Yahşi Batı'nın ilk resmi fragmanı.Filmin vizyon tarihi 1 Ocak olarak değiştirilince, aynı tarihlere denk gelen diğer yerli filmlerin yapımcıları tarihlerini değiştirmeye başladı.Şimdilik pek bir hareket olmasa da, gelişmeleri filmin web sitesinden takip edebilirsiniz.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Gene Altımı Islatmışım

roma2!! sabrım hükmünü yitirdi artık. ellerinde oraklarla karşılar beni yalnızlıklar. sabır hükmünü yitireli çok olmuştu zaten. ve oraklar iner şakaklarıma. sabrın
hükmü hiç geçerli değilmiş zaten. kanıyorum, yara bantları tampon bölgesi kalbime. sabrın hükmü geçerli olamayacak da. kan kaybı bilinçsiz bir hal almaya
başladı.. ellerinde

orakları eksik olmuyor yalnızlıkların. kaçarken ayak tabanlarımıza batan kıymıklarla kendimize sallar yaptık, terk eyledik kendimizi... yalancıdır onlar korkaktırlar.
ben korkmadım eva hiç bir şeyden. bütün savaşlara en ön safta girdim.
sen üşüme diye romayı yakanları buldum, msn adreslerini aldım. beni düşünme eva, ben 2mizi de düşünürüm senin yerine. hayır eva sigara içmiyorum.
parmaklarım nikotin kokuyorsa bu tütün ırgatlarının suçu olamaz ya.?! kendime senin gibi bir ben yarattım, onunla oturdum, sohbet ettim. çay ikram ettim.
semazen eteklerine benzetirim saçlarını eva. sen farkında değilsin ama eva melakeler kokularını sana da bırakmadan tanrının yanına gitmiyorlar. peki ya sen
eva? sen kanatlarını kimlere yoldurdun. beni kime bıraktın da sen de hiç kalmadım. sonbahar bu kadar kahverengi olmak zorunda mı? 4ever 2gether eva ama
bunu anlatabilmem için dilimi koparıp gömmem gerkir. anlaman içinse, ımmm galiba bilmiyorum. bilmiyorum. haydi şef vur tuşlara! vur yoksa kafatasım
karıncalanıyor! hayır şef bana müzik yapma!! sana dediğimi yap tuşlara vur!! dam!! dum!!! vur sadece parçalara tellerini!!! orkestranı düşünme, onlar
başlarının çaresine bakmayı bilirler. roma bitmez o zaten yarım kalmışlığın resmi. eksik bir boya paletteki. roma yalnız bir şehir, senin uğramadığın..
canan tanla aram hiç iyi değil. yoksa sana süslü benzetmeler de yapardım eva. sonu gelmeyen cümlelerle aşkı da tanımlardım. sen de dalardın usul usul ha eva?
o vakit kendime pay çıkartma aptallığını yine gösterir miydim?? hayır eva sigara içmiyorum. bu tamamen ırgatların suçu!!!

sefalet değil bu. açlık sadece. açlıktan ölüyorum. sefalet değil bu. öldüm. ölmek değil bu. yoksun. "oldun mu ki"? yoksun. ölmek bu.. vardın olmuştun ama
olmamıştın. adın romaydı. sen eksiktin ben yarım kalmış. ( aman canan tana bağlamayalım).

"ol".

kelimeler.. sihir.. iç içe şeyler..

haydi sil baştan tekrar başlayalım!!


evet bir şiir vardı aklımda sana dair. sen unutmam için diretirken hem de.

selamlar olsun gene ben! molozların arasından kurtardım bedenimi ve ruhumu sunarken ecel meleğime,
yüzlerinizde acıyı gördüm. ben giderken bu kadar üzülmedim de, siz kalanların neden bu kederi? huzur
ellerinden bana ikram edilirdi, yanaklarına sinen melakeler kayıp cennetlerde çok mu günahsız kaldı?
hesaplar, kitaplar beynimi bulandırır. ama ben midemi aldırdım da kriptolojiye merak saldım, senin kalbimde her "1234324932" olduğunda. kendimi kustum odama. tek yapraklık adamım işte, ışığa tutunca
içi dışı birbirine giren. bu gece de çekilmez, damarlarımda dolu bak melankolik asalet. nerdesin
göz bebeklerim piç kaldı.

evet bir şiir vardı aklımda sana dair. sen unutmam için diretirken hem de.

buruk kalpler, kullanılmış vajinalar, kirlenmiş ipek çarşaflar.. her birliktelikten sonra çekilen
içinde "tenin, bedenin" kelimeleriyle dolu aşk cümleleri. ben değilim olamam! hiç bir zaman bir
lağım faresiyle aynı duygusallığı yaşamadım ki ben eva!! ben kendimi, fahişelere kızıl ışık altında
ikram ederken dahi, olurda bir gün gece yarısı diş perilerm gelir diye yastığımın altıdan hiç
çıkarmadım düşürüp yitirdiğim düşlerimi!!

evet bir şiir vardı aklımda sana dair. sen unutmam için diretirken hem de.

eva eva eva.. saygılar eva sana sonsuz saygılar. ve perde kapanır. haydi bisiklet sürmek için dışarı çıkalım!!!

yunus emre karadeniz

23 Kasım 2009 Pazartesi

madem parmak atcaktın, söleseydin boxerımı indirirdim

yok olmayınca olmuyor işte. çaresiz, kırıyorum parmaklarımı. çaresiz parmaklarımı bir bir kırıyorum! günah mı sevap mı?? belki de hiç bunları düşünmeden. yapmış olmak için sadece.
kendime sularından dalgalar yaratıp boğuyorum içinde kendimi. filikalarım çoktan saplanmış gırtlağıma, soluk almaya mecalim yok. az ilerde deniz kaplumbağaları kabuklarının içinden
çıkardıkları şişme kadınlarla su topu oynuyorlar. aşınmaktan üstüne basıldığında jilet etkisi yaratan kayalıklar kaçıyor genzime, bronşlarım daha önce hiç olmadığı kadar masum bu yaz.
nevrotiklerle dans ederken dikkatli olunmalı. çünkü bacadan giren her zaman noel baba olmayabilir..

(bakınız: romeyo ve julyet aşkına)


yunus emre karadeniz

22 Kasım 2009 Pazar

"Celtx"



Senaryo, hikaye, oyun, vs. yazan arkadaşlara yardımcı olabilecek bir program.
Buradan ücretsiz indirebilirsiniz. >> CELTX

YouTube örnek videolar

21 Kasım 2009 Cumartesi

Akşam Şarkıları

http://www.youtube.com/watch?v=jBmSYD74QBs

Bazı şeyler hep ordadır. Yanlarından geçer gideriz. Güzel olduklarını fark ederiz ama geçip gideriz işte. Bazen yolumuz tekrar yanlarına düştüğünde kafamızı çevirip gerçekten görerek baktığımızda aslında güzelden de öte olduğunu fark ederiz. Bazen insanlar için de geçerlidir bu. Ama o başka bir hayalin hikayesi. Bu seferki bu şarkı içindi. Bu şarkı her çaldığında gözümün önünde bir filmden sahneler belirir; Zuhal Olcay'ın oynadığı 90'lar başından bir film sahnesi. Hani böyle bir film yok ama niyeyse öyle canlanır gözümde. O dönemin Türk filmlerine özgü silik renkli bir görüntü kalitesi. Serin bir gece, büyük bir evin büyük bahçesinde bir kadın. Evden çıkıyor, gömleğinin üzerine giydiği ince bir hırkaya sarınmış ve kollarını dolamış birbirine. Başı hafif öne eğik şekilde ağır ağır yürüyor ağaçların arasında.
Kadın ağır ağır ilerlerken, sözler ''Güneşlerden güzelsin sen'' diye ayrı bi ritmle girdiğinde karşısına, elinde bahçeden koparılmış bir iki tane çiçekle bir adam çıkıyor.( Les Chansons D'amour filminde Louis Garrel'in filmin başlarında Ludivine Sagnier'in karşısına sokakta ordan burdan çıkması gibi. Ordakine benzer tempoda bir sahne. - Ayrıca mükemmel bir sahnedir o - )Adamın gelişiyle kadın kafasını hızla adama doğru kaldırıyor, gözlerinin içi gülüyor ve hareketleri canlanıyor. Adamın çevikliğine ve temposuna uyarak söylediği şarkıya attığı adımlar ve hareketlerle eşlik ediyor. Bahçenin içinde hızlı adımlarla ilerlemeye başlıyorlar. Şarkı tekrar tempo düşürdüğünde, adam hızlı adımlarla geri geri uzaklaşıyor kadından. Kadın, adamın onu bıraktığı yerde tekrar ilk baştaki ağır temposuyla ilerlemeye devam ediyor. Belki de sadece bir hayal gördüğünü düşünüyor. Akşam vakti o bahçeye her çıktığında gördüğü bir hayal. Artık o bahçenin gerçeğiyle hayalini karıştırır olmuş. Sadece zaman zaman elinde, adamın verdiğini gördüğü çiçeklerden olduğunu görüyor. Yine de bunlar yalnızca birkaç gün sonra solan çiçeklerden.

20 Kasım 2009 Cuma

DoMiNika


Aşk insanı saçlarından yakalıyo... Buram buram şarap kokan o saçları rüzgarıyla çekiyor kendine doğru ve minik tatlı ıslığıyla büyülü bir şarkı fısıldıyor kulağına... Aşk insanda uyku yapıyor... Elindeki anahtarı yere düşürünce uyanan gardiyanın korkusuyla parmak uçlarında yürütüyor insanı...


Eski bir parşömen parçasındaki haritayı açıyor müzik insanın önüne... Ağıtları izleyerek kazıyorsun kumlarını insanlığın... Deniz dalgalarını vurdukça yüzüne daha çok ağlıyor sol notası tatlı, hüzünlü sesiyle...Re koşuyor yardımına diyezlerin üstünden okyanusu aşan bir unicorn havasıyla ve gizli saklı hazine ümitleriyle derin yağmur ormanlarında yankılanıyor düetleri... Arıyorsun... Nerede... Bir esle uçuyor gökkuşağı taklidi yapan kuşlar ağaçların arasından...


Izdırap ölüleri çürütüyor... İçten içe kanatıyor insanın ruhunu ve damarlarını patlatıp parmak uçlarından çıkan kelimelere damlatıyor zehrini... Ne kadar da koyu hançerin ucundaki al leke... Kalemler karalar bağlıyor ve bir antika piyano çiziyor kaderine... Bozulmuş akordundan fırladıkça paslı notalar... Yüreğini diktiğin ipliklerin koptuğunu hissediyorsun.. Ve tekrar kanıyor...


Tatlı bir soğuk esiyor uzaklardan sesini duyuyorum . . Alevler arasında kıvranan düşüncemi söndürmek için düşlüyor... Kristal kulelerin muhafızlığını yapan soluk renkli melekler süzülüyor parlak bulutlar arasından... El ele tutuşmuş dönüyorlar etrafımda... Minik, ahşap bir müzik kutusu var solgun kanatlarında.. Balerinler dönüyor mavi gözlerinin ardında...


Esiyor... Esiyor çıplak rüzgar ellerimden şafağa...


Özgürlük insanın nefesini kesiyor ciğerlerinden... Tek başına koşman gerekiyo diğerleri sana yetişemediğinde . . Kahve kokusunu arzularken dünlerde ve şeffafken hala buz gibi sular dağların tepesinde... Mitoloji kendini yeniden yazarken gözlerin önünde, havanın tükenmesi ya da sızlaması diyaframının... Seni daha hızlı koşman gerektiğine ikna ediyor sadece... Huzursuz ruhlar gömülmeyi bekliyor tur bindirdiğin mazide.. Kokuları hasta eden insanı... Bir inciyi içten içe çürütmeye yetecek kadar korku dolu hudutları..


Bir tını duyuyorsun açıklıktaki ağaçlardan.. Yemyeşil yaprakları bir kapıyı gizliyor bağırlarında . . Gürgen ağacından bir tahta kapı.. Ve üzerinde siyah demirler işli gün ışığında... Yerin altına açılıyor sarmaşıkların arasında... Tuğlalardan merdivenler var yerin altında da... İniyorsun, toprak kokuyor etrafın. Ayağının altında taze çimen... Gaz lambalarıyla aydınlatılmış tünelden yürüdükçe güzel bir koku ilişiyor burnuna. Yürüdükçe aydınlanıyor etrafın... Tünelin sonuna doğru hava pürüzsüzleşiyor. Peluş bir battaniye var toprağın üstünde. Krem rengi. Eline aldığında sıcak olduğunu fark ediyorsun; yeni terk edilmiş... Kokusu başını döndürüyor ama zihnin açık ve ayakta kalıyorsun. Az ileride toprak beyazlaşıyor. Merdivenler görüyorsun. Basamak basamak tırmanıyor ve bir kaleye çıkıyorsun... Ayakkabıların toz içinde kaldı. Tam son merdiveni basarken adımın, bir kadeh şarap dökülüyor saçlarına Hansel ve Gratel'in masasından. Yapış yapış erimiş tüm dünya burda.. Çikolata fabrikası iflas etmiş ama çikolata pınarları duru hala. Dikkatin dağılıyor ve işte evindesin... Güneşin elçisi rüzgar kollarını doluyor boynuna ve fark ettirmeden saçlarına sarılıyor birşeyler... Son nota... Koca bir es.. Yine düştün cadının kazanına...



Logo yarışması sonuçlandı!


HÜSİNEMA logo yarışması sonuçlandı.
Yarışmanın birincisi“Haydar Süleyman” adlı logo tasarımıyla Enes Eren. Enes Eren’e ve logosunu gönderip yarışmaya katılan herkese çok teşekkürler.



18 Kasım 2009 Çarşamba

Gösterim 19.11.2009

Bu hafta üç kısa filmle devam ediyoruz. Filmler şöyle ;

"Ver llover" - Elisa Miller

http://www.imdb.com/title/tt0887969/

"The Delivery" - Till Novak

-
http://www.imdb.com/title/tt0756639/

"J'attendrai le suivant" - Phillippe Orreindy

http://www.imdb.com/title/tt0325638/

Görüşmek üzere..

Yer: Tenedos Cafe - Kızılay (Kocatepe Cami Karşısı)
Saat: 18:15

17 Kasım 2009 Salı

Arka Pencere


Türkiye’de dergi çıkarmanın zor olduğunu bilmeyen yok. Bunu kısa sürede kapanmak zorunda kalan dergilerden de anlıyoruz. Ekonomik krizin de devreye girmesiyle dergi çıkaranların durumu daha da zorlaştı. Son olarak on yılın üzerinde bir zamandır çıkmakta olan dergilerimizden Virgül’ün ve Roll’ün bu ay elveda demeleri, başta sadık okurları olmak üzere benim gibi düzenli takip edemeyenleri de oldukça üzdü.

Sinema dergilerinde ortam şu anda durulmuş gibi görünse de (zaten kaç tane kaldılar?), son birkaç senede kapanan Film+ (ki Altyazı’yla birlikte piyasadaki en kaliteli sinema dergisiydi bence), popüler İngiliz dergileri Total Film ve Empire’ın boşlukları hâlâ doldurulamadı. İşte bu boşluğu bir nebze olsun doldurmak için olsa gerek, geçtiğimiz ayın sonunda yepyeni bir sinema dergisinin haberi geldi: Arka Pencere. Hepsi de kıdemli sinema yazarları olan Cem Altınsaray, Burak Göral, Murat Özer ve Burçin S. Yalçın, internet üzerinden bir sinema (kendi deyimleriyle bir film kültürü) dergisi çıkarmaya karar vermişler. Yanlarına Kerem Sanatel, Kemal Ekin Aysel ve Tunca Arslan gibi isimleri de alan ekip haftalık bir dergi çıkarma niyetindeler ve şimdiye kadar da bunu başardılar.

Arka Pencere, sinemaseverlerin bildiği üzere büyük usta Alfred Hitchcock’un önemli filmlerinden birinin adı. ‘Hitchcock sevmeyen, sinemayı da sevmez!’ sloganıyla yola çıkan dergi tamamen Hitchcock konseptiyle hazırlanıyor. Derginin içindeki her bir bölüm bir Hitchcock filmiyle adlandırılmış ve her sayı usta yönetmenin bir fotoğrafı ve sözüyle bitiriliyor. Üçüncü sayısını çıkaran derginin şimdilik tek eksiği PDF olarak indiremiyor oluşumuz.

Uzun soluklu olması dileği ve ümidiyle...

www.arkapencere.com

seyrimunzevi.wordpress.com'dan.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Balance - Lauenstein (1989)



Christoph ve Wolfgang Lauenstein kardeşlerden 7 dakikalık bir animasyon.

Kısa Film Seminer ve Atölye Çalışması


Afiş tasarımını yapan Eser'e teşekkürlerimizle...

02.38

Kimsenin umrunda değilsin
Uzağındaysan kimsenin.
Sen kendi uzağında bunları düşünürken
Kimsen farkında değil.
Aynı yaşamı onlardan daha yavaş yaşadığın için,
Günleriniz aynı hızla geçse de
Kimsenin uzağı seninki kadar değil.
Sen dışında
İçinde ne varsa
Oranın dışındaysa
Uzaktasındır.
Uzaklık dışındadır
Uzaklığı içinde.

15 Kasım 2009 Pazar

elektrik santrallerinde doğum yapmak üzerine

edilen her kelamda gizli bir mana. mana hep kelamın altında, kelamın üstünde onu gören gözler olmalı. Melankolik olmak için sevgilisinden ayrılıp şiir yazan
şaire ihtiyaç yok bu ülkede. devrik cümlelerle orjinal olduğunu zannedenler ve dudaklarında cezmi er"sözcükler" besleyenler, bi gidin ya!! sakızların içinden
çıkan manileriz bizler evlat. a a b a lar mı olduk gene!? hep, sonlara konan noktaların ötesini görmeye çalışan körleriz biz. ünlemlerde afallayan şairleriz.
üç noktalar intiharlarımızdır bizim. bak gene geldi aklıma yalnız gece şair olanlar. kalemini kırıp uçak yapasım geldi! şiirlerini ismaiy y.k ya veresiye
verip katledesim geldi! penolepe ya yaşadığını yaz, ya da yazdığın gibi yaşa!! edebiyatla manita yapamazsın seni piç kurusu aşkı avlarsın. kelamla meşhur
olmayı hedefleme!! anlaşılmayı iste okurlarından!! anlaşılamamak bu devrin en büyük günahı. kaçalım mı yani buralardan? sade ve yalnız yaşamayı öğrenelim.
tasarruflarımızla var olup, inandığımız bir hiç uğruna vahşi polemiklere konu olalım. tren yolları gibidir hayat. hangi makasta durmamız gerektiğini bilmeden
yaşarsak, şerit ihlalinden cezalar kesilir en makinist düşlerimize.

acılarımız yükselir ve biz çığlık çığlığa koşuşursak sokaklarda, bize sorular sorsunlar! evet tanrının operasındaki altolar ölüyorlar. acil bir toplantıya
yetişmemiz lazım. hayır! çellolar yerni almadı henüz! ama bu bizim, kontrbasçıların kakalarını altlarına yaptığı söylemememiz için bir engel değil!!

masken düşmüş antua.
hayır penolepe abd başkanı henüz ergenlik çağına girmedi.

bir iki kadeh daha içer miyiz antua?
hayır penolepe hala futbolda adam akıllı bir şey yapamadık.

maskeli balolar sence de sıkıcı değil mi antua?
annem de senin gibi düşünüyordu ve beni doğurmadan önce intihar etti!

yunus emre karadeniz

14 Kasım 2009 Cumartesi

Ctrl.Alt.Shift Film Festivali'nde bırıncılık almıs, kadına karsı uygulanan sıddetı anlatan bır kısa fılm. cok begendım ben (:

senarist ve yönetmen : Fern Berresford
muzik: The Young Knives



http://vimeo.com/6946457

Seksek

Julia Cortazar'ın Seksek isimli kitabından bir bölüm.

"Dudaklarına dokunuyorum senin , kenarlarını çiziyorum tek parmağımla, sanki benim elinden çıkmış ağzın,ilk kez aralanıyor sanki; gözlerimi kapamam kafi, her şey yeniden yeniden başlıyor, elimin altında, her seferinde bir başka ağız doğuyor istediğim türden, elimin seçip yüzüne yerleştirdiği nice ağız arasından seçilmiş bir ağız bu. Seçen benim , kendi ellerimle yüzüne çizivermek için onca ağız arasından özgür ben seçtim , nasıl olduğunu anlayamadığım bir rastlantı sonucu olarak, elimin altında çiziktirdiğim ağıza tıpatıp uyan bir ağız oluyor seninki.

Bana bakıyorsun, çok yakından, gitgide yaklaşıyor yüzün, seyrediyorsun beni, tepegözüz sanki, gözlerimiz büyüdükçe büyüyor, üst üste gelerek iki göz tek göz oluyor. Tepegözle birbirine bakmakta , solukları karışmış birbirine , ağızlar buluyor yekdiğerini, dudaklar sıcacık, kavgada , dil düşlere henüz dokunmuş, bir sessizlik dil üzerinde, bir eski koku , mis gibi , ağır bir hava dolanıp duruyor. O an işte , ellerim dalıyor saçlarına derinlerini okşuyor ağır ağır, ikimizin de ağzı çiçek ve balık dolu sanki , sarmaş dolaş , öpüşüyoruz , hızlı hızlı, derin duyumlarla. Isırıyorsak eğer, acısı tatlı , birbirine karışmış soluklarımız içerisinde, sönüp gidiyorsak eğer , dönüşüyorsak kısa ve korkunç bir boğuluşla , ölüme, bu anlık ölüm güzel. Tek bir tükürük tek bir olgun meyve tadı, yapışmışsın bana, duyuyorum titremelerini, suda titreşen ay gibi aynı..."

13 Kasım 2009 Cuma

Slán Agat

Ölümün buğulu sesini duyuyorum… İçinde olduğum gece, karanlık, puslu bir orman.. Yürüdükçe adımlarımı izliyor ulu gövdeleriyle sarı gözlü ağaçlar.. Zemin gittikçe yumuşak ve kaygan olmaya başlıyor. Dantelleşmiş örümcek ağlarını aşıyorum ilerleyebilmek için…

Buz gibi nefesiyle üflüyor saçlarm arasından.. Savruluyorum. Saklanıyor. Bitmeyen telaş içerisinde etrafımda dönüp duruyorum. Gülüyor. Ağlıyorum… Korktuğumu anlamaması için derin ve sessiz alıyorum nefeslerimi ama o hissediyor…

Gözlerimde henüz kurumayan yaşlarımla sık ormanlığı aşıp bir su birikintisine ulaşıyorum. Yanı sıra bir patika izliyor onu. Yürüyorum. Mavi tülden elbisem peşim sıra sürükleniyor. Gözlerimi aydınlatan kızıl meşalemi bir şey yarıp geçiyor. Zavallı hayvan zardan kanatları al al; çığlık çığlığa debeleniyor gökte. Haykırıyorum. Elimden gelen bir şey yok mu?! Peşinden koşuyorum, hayvan canı uğruna verdigi savaşı kaybediyor ve düşüyor…

Karanlıkta el yordamıyla sesini ve sönen alevininin izlerini takip ediyorum derken ağaçlardan birinin kökleri kesiyor yolumu. Yerdeyim. Sarsıntının verdiği şoku atlatıp başımı kaldırdığımda önümde uzanan kapkara bir göl görüyorum. Kan damlıyor gözlerimden. Tüylerim diken diken, olduğum yerde kalıyorum. Kıpırdayamıyorum; ensemde birşeylerin kaynamaya başladığını ve bedenimden ruhuma aktığını ve akabinde aynı hızla buz kestiğimi hissedebiliyorum yalnızca.

Kudretli çakıl taşları üstünde uzanırken gördüğüm yer… O’nun ini…Gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor karanlığı… Derin… Çok, ama çok derin.. ve suları o kadar siyah ki, etrafını saran çemberi, ruhların soluklarıyla yanan o bembeyaz alevi bir girdapmışçasına yutuyor uzun soluklarıyla. Çevresindeki ağaçlar kristal kristal yanıyor.

Başım dönüyor. Bir inanmazlıkla sarsılıyor aklım. Deprem oluyor durduramıyorum… Ellerimin arasından kayıp gidiyor parmak izleri… Çizgilerimi yitiriyorum, damarları kuruyor ruhumun.

Susmuş çığlıklarıyla kafamın içine doluyor; dokunamıyorum!... Çakılları kazıyorum. Kazıyorum. Bir parça toprak!.. Bir parça toprak buluyorum… Toprağa dokunmak… Sıcaklığı hissetmek, bir parça yaşam belirtisi, bir parça hayat arıyorum!... Ellerim kemikleşiyor.

Yarasanın alevini söndüren suya doğru koşuyorum. Bir damla hayat.. Sıcak kalmış herhangi bir şey... Ayaklarımı parçalıyor çakıllar, defalarca düşüyorum… Kükürt kokan havadan son bir nefes alıyorum ve... Masmavi bir suda uyanıyorum. Güneşin altın ışıklarıyla yıkanan bedenim hayata kavuşuyor… Saçlarım, buklelerinde bir hülya, dans ediyorlar damlalarla.. Ne kadar da ılık bu sular.. Ne kadar renkliymiş hayat...Derken bir sualtı mağarasına sürüklüyor mavilik beni. Efsunlarla bir masal yazıyorum duvarlara. Ve hava tükeniyor ciğerlerimden.. Uyuyorum.

Yanağımı okşayan dalgalarla uyanıyorum. Kirpiklerim suyun ıslaklığıyla ağırlaşmış. Mavi tülden bedenimle sereserpe uzanmışım yeniden çakılların üstünde.. Göğün zehirden yeşil bir rengi var tepemde. Beyaz tenime değen suyun rengi: Siyah. Ellerim suyun içinde, doğruluyorum. Ellerimi uzatıyorum suya iyice. Parmaklarımın arasından süzülüyor sular yüzüme götürürken.

Ve . . . Karanlık sular içiyorum ölümün gölünden… Kanım gizemin labirentlerinde geziniyor ve… Siyahlaşıyor... Anıların beyaz kanatları dökülüyor… Geçmişin gölgesi yüzüme kırışıklıklar konduruyor ve ben… Çok korkuyorum… Diktiğim ormanın gölden alev alması ve bir mezarlığa ve bir hatalar harabesine dönmesinden..

Özen Pelin Duran

09.09.09 ~Çarşamba

21.21

Gizem Gülşen Soydanın anısına...

12 Kasım 2009 Perşembe

Sinekoloji Film Festivali


2009 yılı sinekoloji film festivalinin teması toplumsal mücadeleler.

Gıda krizi, genetiği değiştirilmiş organizmalar, kuraklık, çölleşme, her gün giderek artan salgın hastalıklar hem ruh hem de beden sağlımızı yok ediyor.Sinekoloji 2009 bu kapsamda toplumsal mücadelelere odaklanıyor.
Ayrıntılar için;

http://www.sinekoloji.org/
http://www.facebook.com/home.php#/group.php?gid=11656883307&ref=ts

10 Kasım 2009 Salı

Yuvarlak Masa 2


Mevsimin son sıcağının yaşandığı bir sonbahar günü, yine HUSİNEMA , yine Bilim ve Sanat'ta toplandık. Hava güzek , çay-kahve güzel , sohbet güzel.. Değil hayır! Bütün abuk sabuk fotoğraflarım ortaya döküldü. Tanrım! Evden alelacele çıktığım için telefonumu yanıma almadığımı farkettim. Ya aramak için "şimdi"yi seçerse? Beni bulamazsa ve aklına başka şeyler gelirse?
Oturduğumuz yere neden polis geldi peki? Aklımdan bu geçerken beynimin %1 'lik kısmı küçük nedenler bulmaya başladı. Bu kısım, çok önemsiz küçük olayları büyütüp korkunçlaştırırdı."Belki de aramızda kaçak bir uzaylı vardır" dedi o kısım. Sonra polisler gitti ve muhabbet devam etti. Biliyorum yine çıkmayacak ! Bu sahtekar doktor tam 5 aydır oyalayıp duruyor beni!!! 5 aydır "bir sonraki randevumuzda çıkarıyoruz telleri" diyor ve bugün keyifle otururken verdiği randevu saati yüzünden huzursuzum.Hem de amacına ulaşamayacak bir randevu. Sonsuza kadar tellerle yaşama fikrine alışıyorum... Mervecim tellerle yaşamaya alışsan iyi olacak. Bu gidişle son nefesini de o tellerle vererek ruhunu teslim edeceksin. Bu arada dün hamburger yedim çok pişmanım.Dün en sevdiğim doğumgünü hediyelerimden, 1969 Dodge Charger arabamın kapısını kırdım. Canım çok sıkılmıştı. Sonrasında o arabayı bana hediye eden arkadaşım aradı tesadüfen. Üzüntümü paylaştı sağolsun. Ve birden havalanmaya başladı araba. Babasının yavaş gitmesini haykırıyordu ama araba göklerde süzülmeye başlamıştı bile. Hızla alçalarak düştü okyanusa. Güneş ışığına doğru yüzdüm. Karşımda kocaman bir korsan gemisi vardı. Yukarı tırmandım. İçeride büyük deniz yıldızları, korsanlar , insanlar ve japonlar vardı. Ve japonlar kılıçlarını çok iyi kullanıyordu. Kaçamadım. Enselendim. Diş oyuklarıma kurtçuklar hapsettiler. Galiba iç organlarıma kadar indi bir kısmı. Tereddüt etmeden harakiriler yaptım. Ama usulünü bilmediğimden beni ırklarına almadılar. Napalım, ben de deniz fenerlerinden aşağılara sarkarken horoz şekerlerimi emerim! Çalan telefona aktım. Mesaj gelmişti. Gossip Girl? S ve D mi? Bunlar da kim?! Kafam güzel olmaya başladı sanırım. Midem bulanıyor. Yan masadaki çocuğun üzerine kusmak istiyorum. Belki tanışma bahanesi olur. Hakkaten kafam güzel dünya bana güzel.
Dün akşam üstü duvarkenarında arkadaşlarla sohbet ederken, arka bahçede bulunan ağaçların arasından güneş yüzünü gösterdi. Zaman ilerledikçe güneş ışığının etkisini, kaybetmesi gerekirken üzerimize düşen ışık herkesi rahatsız ediyordu. İnsanlar birden kıpırdanmaya ve rahatsızlıklarını dile getirmeye başlamıştı. Yer değiştirmek ve bulunduğumuz yerden uzaklaşmak istiyorlardı. Bense hiçbir şey hissetmiyordum. Bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştım. Ne yapmam gerektiğini düşünmek için kendimle başbaşa kalmaya karar verdim ve oradan uzaklaşıp bir sigara yaktım. Bulunduğum yer ağaçların arasında bir yerdi. Uzun bir süre düşündükten sonra sigaramı söndürdüm e tam o sıra üzerime güneş ışığı düştüğünü hissettim ve bu sefer onu hissediyordum. O an anladım ki , hissiyatsızlığımın tüm nedeni kafamdaki bulutlarmış. Bulutlar ışığı engelleyen bulutlar... Sigara tüm bulutları dağıtmıştı.
Mükemmel bir alkol akşamının ardından beni yataktan kalkmaya ancak HÜSİNEMA ikna edebilirdi ki etti! Herkse burada yine. Herkes konuşuyor. Eylül'ün ve Burak'ın sesini duyamıyoruz. Onlar bizi dışladı. Önemli değil. Biz kendimize yeteriz. Hıh!
Uyanamadım. Geç kaldım her zamanki gibi. Hüfottan Hüsinema'ya hızlı bir geçiş yaptım. Ve buradayım... Bu masaya baktığımda ; freedom + beauty + reality + love = bohem. freedom + beauté + realité + amour = la bohemé.(Charles Aznavour -> la bohéme bence dinlemelisiniz)
Yazmayalı çok olmuş. acilen kalkmam gerekiyor kısa kesicem, çok vaktinizi almayacağım. Güzel bir gün oldu, toplandık , kaynaştık. Teşekkürler Hüsinema.
bugün ben de buradaydım. Nefes aldım tanımadğım insanların gözlerinde. Sessizlik barındıran çığlıklarla yaslandım arkama, durdum , sustum , güldüm Sanatla randevum vardı bugün doğru sanat, sanattayım bugün sanatlayım. Bilim de katılınca aramıza tadından yenmeyen bir lezzet oluşumuna şahitlik ettim.
Dediler ki bu yazılar blog'da çıkacakmış. Bari güzel bir şeyler yazalım. Bugün hayatımda bir ilk yaşadım. Polis geldi ve kimlikleri istedi. Hoş bir anı oldu benim için. Benim için çok güzel bir gündü.
Sevgili günlük; bugün bir toplantı vardı. Çok da güzeldi. İnsanların birbirlerinkiyle çarpışan karmaşaları ortada zehir mavisi bir alev oluşturuyor. Birbirimize rüyalarımızdan derlediğimiz umut dolu öyküler anlatıyoruz. Loş ortamın durgunluğu hareketli sohbetlerle öldürülüyor. Bir trene binmiş gibiyiz. Yeşil koltuklarımız müzikle tıngırdıyor. Tablolardan bakıyoruz sisli havaya. Akşam oldu. Gideceğimiz yer... Gideceğiz...
Şu hayatta neyi seviyorsam ya şişmanlatıyor ya da ahlak dışı. Tam bir sonbahar günü aslında biraz kahve biraz konyak biraz film.. Battaniye altında sığamayacak kadar kalabalığız sanırım herkes cep şisesi ile gelsin bu durumda. Az önce ritm tutarak şarkı söyledik. Bugün kesinlikle keyifli bir gün...
Ekstrem spor , yemek , doğa sohbetleri dönüyor şu an oturduğum tarafta. Doğaya çıkalım , çimlerde yatalım, dağda bayırda gezelim. Bunları yaparken film de izleyelim. Sinemayı da her şeyin içinde sokalım. Burası kalabalıkken herkesin kafası yeni isimlerle karışmışken ben geç gelip beş kişinin adını öğrendim, rahatım. Ehe mehe.
Az önce arkadaşım aradı ve kaza yaptığı motorunun tamirden çıktığını söyledi ve malesef kalktığımız için yazımı bitiremiyorum, aklımda olan tek şey yarın sabah 6'da kalkacağım.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Seminer Duyurusu !


Kısa Film Seminer ve Atölye Çalışmamız Başlıyor....

Arkadaşlar 'Kısa Film Senaryo ve Atölye Çalışmamız' Başlıyor.Seminer; Senaryo, Kamera kullanımı, Montaj konularını kapsayacak ve sonunda hazırlanan kısa film projelerinden şeçilen bir kaç proje Hacettepe Üniversitesi Sinema ve Video Topluluğu desteği ile çekilecektir. Seminer programı 5 hafta sürecektir.Filmlerin çekimi için çalışmalar 5 haftadan sonra devam edecektir.

Tarih: 15 Kasım 2009
Saat : 15:00 - 18:00
Mekan:Merkez Kampüs
Sıhhiye
Tıp fakültesinin arkasında ögrenci kafeteryası üstündeki 4. derslik(sağlık cafe'nin oldugu yer)
Ücret: 30 lira

Katılmak isteyen arkadaşlar Naci Özer Hocamıza ulaşıp isimlerini yazdırabilirler.

Not:Kontenjan 20 kişi ile sınırlıdır.

Naci Özer: 0532 462 07 17
--
E-Posta : husinema@gmail.com
Blog : husinema.blogspot.com
Facebook : http://www.facebook.com/home.php?#/group.php?gid=5654473263&ref=ts

12 Kasım 2009 Film Gösterimi


Bu hafta bir David Lynch filmiyle devam ediyoruz arkadaşlar.

Ustanın belki de en anlaşılabilir ve en içine girilebilir filmi olan Fil Adam, son derece duygusal yapısı ve muhteşem oyunculuklarıyla harika bir film.

8 dalda Oscar adayı bu filmi kaçırmamanızı diliyorum...

Film hakkında ayrıntılı bilgi için:

- http://www.imdb.com/title/tt0080678/

- http://beyazperde.mynet.com/film/2335/

adreslerine bakabilirsiniz.

Tarih: 12 Kasım 2009 Perşembe, 18:25
Yer: Tenedos Cafe

8 Kasım 2009 Pazar

yeni sezon / 70 filmle

Türk sinemasının üretken döneminin, rekorlar kırarak sürüyor olması, umarım salon / gösterim sıkıntısını beraberinde getirmez.Şimdiden yirmidokuz film vizyona hazır durumda.Bir o kadar da, hazır olmak üzere.Bu sayı hafta da en az iki yerli film gösterimi demek ki, kendi adıma Beş Şehir'le Onur Ünlü'yü, Acı ve Sonsuz'la Cemal Şan'ı ıskalamak istemiyorum.İnternete düşen fragmanlardan, dört tanesi aşağıda.








4 Kasım 2009 Çarşamba

05112009

Bir hafta aradan sonra, önemli kısa filmlerle devam ediyoruz arkadaşlar...

Bill Plympton' ın oscar adaylı kısası; "Your Face" (1987). Hiroşima Sevgilim, Geçen Yıl Marienbad' da gibi filmlerin yönetmeni Alain Resnais' in tarihteki en önemli sinema belgesellerinden biri kabul edilen filmi; "Night and Fog" (1955) ve gene Pixar' dan son derece şirin bir animasyon; "Jack-Jack Attack" (2005) ile karşınızda olacağız...

Filmler hakkında ayrıntılı bilgi için:

"Night and Fog" (1955)
- http://www.imdb.com/title/tt0048434/

"Your Face" (1987)
- http://www.imdb.com/title/tt0094364/

"Jack-Jack Attack" (2005)
- http://www.imdb.com/title/tt0455565/

adreslerine bakabilirsiniz...

Hepinizi bekliyoruz...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Switch

Supinfocom öğrencileri Jean-Julien Pous ve Pierre Prinzbach’in bitirme projesi. Ayrıntılar burada.


Switch from jayjayp on Vimeo.