Buz gibi nefesiyle üflüyor saçlarm arasından.. Savruluyorum. Saklanıyor. Bitmeyen telaş içerisinde etrafımda dönüp duruyorum. Gülüyor. Ağlıyorum… Korktuğumu anlamaması için derin ve sessiz alıyorum nefeslerimi ama o hissediyor…
Gözlerimde henüz kurumayan yaşlarımla sık ormanlığı aşıp bir su birikintisine ulaşıyorum. Yanı sıra bir patika izliyor onu. Yürüyorum. Mavi tülden elbisem peşim sıra sürükleniyor. Gözlerimi aydınlatan kızıl meşalemi bir şey yarıp geçiyor. Zavallı hayvan zardan kanatları al al; çığlık çığlığa debeleniyor gökte. Haykırıyorum. Elimden gelen bir şey yok mu?! Peşinden koşuyorum, hayvan canı uğruna verdigi savaşı kaybediyor ve düşüyor…
Karanlıkta el yordamıyla sesini ve sönen alevininin izlerini takip ediyorum derken ağaçlardan birinin kökleri kesiyor yolumu. Yerdeyim. Sarsıntının verdiği şoku atlatıp başımı kaldırdığımda önümde uzanan kapkara bir göl görüyorum. Kan damlıyor gözlerimden. Tüylerim diken diken, olduğum yerde kalıyorum. Kıpırdayamıyorum; ensemde birşeylerin kaynamaya başladığını ve bedenimden ruhuma aktığını ve akabinde aynı hızla buz kestiğimi hissedebiliyorum yalnızca.
Kudretli çakıl taşları üstünde uzanırken gördüğüm yer… O’nun ini…Gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor karanlığı… Derin… Çok, ama çok derin.. ve suları o kadar siyah ki, etrafını saran çemberi, ruhların soluklarıyla yanan o bembeyaz alevi bir girdapmışçasına yutuyor uzun soluklarıyla. Çevresindeki ağaçlar kristal kristal yanıyor.
Başım dönüyor. Bir inanmazlıkla sarsılıyor aklım. Deprem oluyor durduramıyorum… Ellerimin arasından kayıp gidiyor parmak izleri… Çizgilerimi yitiriyorum, damarları kuruyor ruhumun.
Susmuş çığlıklarıyla kafamın içine doluyor; dokunamıyorum!... Çakılları kazıyorum. Kazıyorum. Bir parça toprak!.. Bir parça toprak buluyorum… Toprağa dokunmak… Sıcaklığı hissetmek, bir parça yaşam belirtisi, bir parça hayat arıyorum!... Ellerim kemikleşiyor.
Yarasanın alevini söndüren suya doğru koşuyorum. Bir damla hayat.. Sıcak kalmış herhangi bir şey... Ayaklarımı parçalıyor çakıllar, defalarca düşüyorum… Kükürt kokan havadan son bir nefes alıyorum ve... Masmavi bir suda uyanıyorum. Güneşin altın ışıklarıyla yıkanan bedenim hayata kavuşuyor… Saçlarım, buklelerinde bir hülya, dans ediyorlar damlalarla.. Ne kadar da ılık bu sular.. Ne kadar renkliymiş hayat...Derken bir sualtı mağarasına sürüklüyor mavilik beni. Efsunlarla bir masal yazıyorum duvarlara. Ve hava tükeniyor ciğerlerimden.. Uyuyorum.
Yanağımı okşayan dalgalarla uyanıyorum. Kirpiklerim suyun ıslaklığıyla ağırlaşmış. Mavi tülden bedenimle sereserpe uzanmışım yeniden çakılların üstünde.. Göğün zehirden yeşil bir rengi var tepemde. Beyaz tenime değen suyun rengi: Siyah. Ellerim suyun içinde, doğruluyorum. Ellerimi uzatıyorum suya iyice. Parmaklarımın arasından süzülüyor sular yüzüme götürürken.
Ve . . . Karanlık sular içiyorum ölümün gölünden… Kanım gizemin labirentlerinde geziniyor ve… Siyahlaşıyor... Anıların beyaz kanatları dökülüyor… Geçmişin gölgesi yüzüme kırışıklıklar konduruyor ve ben… Çok korkuyorum… Diktiğim ormanın gölden alev alması ve bir mezarlığa ve bir hatalar harabesine dönmesinden..
Özen Pelin Duran
09.09.09 ~Çarşamba
21.21
Gizem Gülşen Soydan’ın anısına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder