Trende uçuyordu kahverengi gözleri ağaçlarla birlikte, uzaklaşıyordu. Camlara vuran yağmurla buğulanıyordu geçmişi. Adım adım ilerledi anıları bahçede. Hamağında uzanırken, ellerine baktı, avuçlarında küçük adımlarla ona yaklaşan kadının gözleri giderek büyüyordu.
“Bu gece gidiyorum”, dedi kadına, “biletim Paris’e”. Sonra geri döndü ve sanki bir anda kayboldu.
Ağır işlerden yorgun düşmüş nasırlı ellerini hissetmedi yüzünde, silemedi sanki gözyaşlarını. Parmaklarından akan su damlarının yol alışını izledi avuçlarının derin çizgilerinde.
Çantasından küçük bir kutu çıkardı ve orada zamanı hapsetmiş bir saate öylece baktı kaldı. Sonra saati okşar gibi dokundu, yıllar öncesinin bir ayrılık anını seyre koyuldu. Anne ve babası karşısındaydı. Babası yeleğinden çıkardığı saati ona uzatıyordu. Sarılmışlardı, Andreas’ın dolu gözleri yapışmıştı cama.
Köprünün altında güneş ateş renginde göründüğünde, üzerinden uçup giden gazete sayfaları onu sabah ayazıyla başbaşa bıraktı. Yerinden kalktı, sendeleyerek musluğa kadar yürüdü, sonra ceplerini yokladı, hiç parası olmadığı anladı, sessizlik onu üzmedi, merdivenlere yöneldi.
Artık her sabah, nehrin kenarında böyle başlıyordu her şey.
Karşısında biri duruyordu şimdi. Merdivenlerden ağır ağır inişini gözlemişti adamın. Elinde bastonu, melon şapkasıyla etrafa bakıyordu. Yüzünde garip bir ifade vardı, sanki hem gülüyor, hem de ağlıyordu. Andreas’a döndü ve:
“Bir ihtiyacınız var mı”, diye sordu.
“Teşekkür ederim, kendimi iyi hissediyorum, dün akşam üzerimdeki gazeteyi okurken kendimi çok şanslı biri olarak düşünmüştüm...”, dedi Andreas.
“Sizi rahatsız etmek istemem, belki size bir yardımım dokunabilir. Zaman, hepimiz için dünyanın lütfetmesi ve mahrumiyetlerin toplamıdır. Yönümüzü neyin tayin edeceğini bilemeyiz bile. Mutlaka bir bağlantı kurulur sırlar arasında... ”
“Beni tanımıyorsunuz bile...”
“Önemli değil, bende fazla olan sizde hiç bulunmayabilir, şu sulara biraz eğilebilsek balıklara ulaşabiliriz, onlar da bizi görebilir; bakın size biraz para verebilirim.”
“Birkaç frank yeter bana.”
Melon şapkalı adam, elini ceketinin cebine atar ve cüzdanını çıkarır ağır hareketlerle:
“Size 200 frank verebilirim...”
“Ama size nasıl geri ödeyebilirim, bilmiyorum, adresinizi öğrenebilir miyim?
“Adresim yok, ben de köprüaltında kalıyorum, ama size bir rahibenin adını vermek istiyorum, paranız olursa bir pazar ayinden sonra ona verebilirsiniz.
Adam, parayı Andreas’a verir ve merdivenlerden çıkar, gözden kaybolur.
Andreas, kısa bir süre adamın arkasından bakar, şaşkınlığı geçince o da basamaklardan tırmanır, kendini caddeye atar. Karşıya geçer, hemen bir meyhaneye girer ve içmeye başlar, akşam olunca da bir otele gider.
Uzun zamandır yaşamadığı yeni bir hayata geçmiş gibidir. Küvete bırakır kendini...
Sabah olduğunda yine aynı yere gider, bir kahve, bir de rom söyler. Biraz sonra yanındaki masaya biri gelir, ona bir iş teklif eder. Hemen kabul eder Andreas, paranın yarısını da avans olarak alır. İki gün sonra da iki yüz frankı alır ve kendine nefis bir ziyafet çeker.
Ertesi gün yine aynı meyhanededir, akşama kadar içer yine, sonra otele gider orada da içmeyi sürdürür.
Sabah çan sesleriyle uyanır, birden pazar olduğunu hatırlar ve borcunu vermek için yola koyulur. Artık parayı ödeyebileceği için çok sevinçlidir.
Kiliseyi bulduğunda ayine kadar biraz zamanı olduğunu anlar, yine bir meyhaneye girer ve içmeye başlar. Çan seslerini tekrar duyduğu anda iskemlesinden düşer ve öylece kalır. Birkaç kişi onu kiliseye taşır. Yarı baygın karşısında rahibeyi gördüğünde elindeki parayı uzatmak için bir hamleye girişir, ama başaramaz, son nefesini verir.