Şehrin tramvayları beyaz bir örtünün içinde ilerliyordu. Genç kadın, gideceği yere daha iki durak olmasına rağmen yerinden kalktı, kapıya doğru ilerledi. Köşede, paltolarının içinde kaybolmuş iki çocuk konuşuyordu:
“Nefret ediyorum yatılı okuldan...”
“Ablam da nefret ederdi...”
“Eve gitmek ne güzel...”
Alice camdan kendini seyrederken çocukluk yıllarında karlar içinde yol alan kızağını görüyordu. Kırmızı beresi, ışıklar ve Vertov’un kamerasıyla parçalanan görüntüler hızla akıyordu. Bir adam iskambil kâğıtlarıyla oyunlar yapıyordu. Ellerinin çabukluğu şaşırtıyordu herkesi. Hüner ve sihrin büyüsü bir çocuğun gözlerinde hayat buluyordu.
Sonra kardeşiyle bir kuklanın gözyaşlarına tanık oluyordu. O da ağlıyordu sessizce.
Bir gece önce yine karlar içinde yürüyordu sayfalar arasında. Kırmızı lekeler kısa bir sürede beyaza dönüşüyor, uzaklardan bir şarkı duyuluyordu kesik kesik. Sonu anlaşılmıyordu.
Vera’yı kaybetmiş Boris’in çabaları, yazılarının satır aralarında yeni bir tarihin başlangıcı gibiydi.
Buzlanmadan öncesi...
Boris’in notlarında okuduğu anlatılamayan soğuk geceler bir kez daha üşütüyordu onu, Vera’nın ayak izleri şimdi onu tiyatroya götürüyordu. Boş sokaklarda hızla yürüyordu.
Salona girdiğinde birkaç kişiye selam verdikten sonra yan taraftan kulise yöneldi. Heyecanlıydı.
Ona sahneye çıkmadan önce iyi şanslar dilemeye gelmişti. Kapının önünde biraz durdu, söylemek istediklerini aklından geçirdi. İlk kelimelerin söylendiği, satırların yazıldığı saatler, birinci perdenin son cümlesi...
Ben sadece yolu biliyorum, rehber değilim...
“Kendimi senin beni gördüğün gibi düşünüyorum artık. Bu sadece kısa beraberliğimizin bir sonucu. Değiştiğimi de söylemek istemiyorum tabii, başka biri olamam zaten. İlk zamanlarda ruhsal sayılabilecek desteğini aldığım günlerin etkisi sürüyor hala.
Kendini sahneye hazırlarken, sana bunları söylemem ne kadar gereksiz olacak...”
Alice eve döndüğünde içinde garip bir duygu vardı. Sevgilisinin hem yazıp hem oynadığı oyun için çıkan bir eleştiri, onu birçok açıdan rahatsız etmişti.
Kendini huzursuz bir alanda, karışık, içinden çıkılmaz cümlelerle tuhaf bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordu.
Anlamanın, tiyatronun incelikleri üzerine boşluklar o kadar fazlaydı ki...
Ama yine de tanıdığı bir yapıtı incelemenin zorluğuyla karşı karşıyaydı.
Aklı fikri oyundaydı; oyuncular geçiyordu gözünün önünden odanın içinde.
Birinci perdeden cümleler geliyordu.
Kendi sırlarını dışa vuracak kadar cesur değildi, kendi kurduğu dünyanın dışına itilmişti.
Çevresi boğuyordu sözcükleri.
Sandığa vuruyordu ışıklar...
Genç kadının sandığını açmaya hiç niyeti yoktu, yardıma da ihtiyacı yoktu.
Zil çaldığında hemen kapıya koştu Alice.
Sakladıklarını yıllarca kimseye göstermemişti.
Sürekli sandığa baktığını görüyordu seyirci.
Dalıp gitmişti lambaya.
Sadece geceleri nereye baktığını görüyordu seyirci.
Işıklar yandığında, alkışları duyuyordu.
Okuduğu yazıdaki kayıtsızlık, özensizlik öyle korkunçtu ki devamını getiremedi.
Onun hakkında yazı yazmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha düşündü. Aslında her şeyi yeniden ele alıp bir yanlışa düşmekten kurtarmaya çalışıyordu kendini, hem de yazıyı...
Tepeden bakan biri gibi yorumlayanlardan farklı bir stille sıyrılmak istiyordu. Çevresini saran birilerine benzemekten korkuyordu kalemi.
“Onlar ki istedikleri zaman ortaya çıkar” diyordu, “birilerinin gözüne girmek için çeşitli konularda gerekeni yapar, çevreye birçok değersiz insanı katıp kaybolurlardı.” Hatta ilerde, bazılarının satırlarına göz attığında da karşısında farklı bir oyundan bahsedeceklerinden emin gibiydi. Neler yazamayacaklarını görüyordu.
Yalan söylemenin, önemi yoktu onlar için, en büyük günah yetersizliklerini birinin ortaya dökmesiydi.
Kapıyı açtığında karşısında yorgun ama çok mutlu bir adam vardı, sarıldı...
“Nefret ediyorum yatılı okuldan...”
“Ablam da nefret ederdi...”
“Eve gitmek ne güzel...”
Alice camdan kendini seyrederken çocukluk yıllarında karlar içinde yol alan kızağını görüyordu. Kırmızı beresi, ışıklar ve Vertov’un kamerasıyla parçalanan görüntüler hızla akıyordu. Bir adam iskambil kâğıtlarıyla oyunlar yapıyordu. Ellerinin çabukluğu şaşırtıyordu herkesi. Hüner ve sihrin büyüsü bir çocuğun gözlerinde hayat buluyordu.
Sonra kardeşiyle bir kuklanın gözyaşlarına tanık oluyordu. O da ağlıyordu sessizce.
Bir gece önce yine karlar içinde yürüyordu sayfalar arasında. Kırmızı lekeler kısa bir sürede beyaza dönüşüyor, uzaklardan bir şarkı duyuluyordu kesik kesik. Sonu anlaşılmıyordu.
Vera’yı kaybetmiş Boris’in çabaları, yazılarının satır aralarında yeni bir tarihin başlangıcı gibiydi.
Buzlanmadan öncesi...
Boris’in notlarında okuduğu anlatılamayan soğuk geceler bir kez daha üşütüyordu onu, Vera’nın ayak izleri şimdi onu tiyatroya götürüyordu. Boş sokaklarda hızla yürüyordu.
Salona girdiğinde birkaç kişiye selam verdikten sonra yan taraftan kulise yöneldi. Heyecanlıydı.
Ona sahneye çıkmadan önce iyi şanslar dilemeye gelmişti. Kapının önünde biraz durdu, söylemek istediklerini aklından geçirdi. İlk kelimelerin söylendiği, satırların yazıldığı saatler, birinci perdenin son cümlesi...
Ben sadece yolu biliyorum, rehber değilim...
“Kendimi senin beni gördüğün gibi düşünüyorum artık. Bu sadece kısa beraberliğimizin bir sonucu. Değiştiğimi de söylemek istemiyorum tabii, başka biri olamam zaten. İlk zamanlarda ruhsal sayılabilecek desteğini aldığım günlerin etkisi sürüyor hala.
Kendini sahneye hazırlarken, sana bunları söylemem ne kadar gereksiz olacak...”
Alice eve döndüğünde içinde garip bir duygu vardı. Sevgilisinin hem yazıp hem oynadığı oyun için çıkan bir eleştiri, onu birçok açıdan rahatsız etmişti.
Kendini huzursuz bir alanda, karışık, içinden çıkılmaz cümlelerle tuhaf bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordu.
Anlamanın, tiyatronun incelikleri üzerine boşluklar o kadar fazlaydı ki...
Ama yine de tanıdığı bir yapıtı incelemenin zorluğuyla karşı karşıyaydı.
Aklı fikri oyundaydı; oyuncular geçiyordu gözünün önünden odanın içinde.
Birinci perdeden cümleler geliyordu.
Kendi sırlarını dışa vuracak kadar cesur değildi, kendi kurduğu dünyanın dışına itilmişti.
Çevresi boğuyordu sözcükleri.
Sandığa vuruyordu ışıklar...
Genç kadının sandığını açmaya hiç niyeti yoktu, yardıma da ihtiyacı yoktu.
Zil çaldığında hemen kapıya koştu Alice.
Sakladıklarını yıllarca kimseye göstermemişti.
Sürekli sandığa baktığını görüyordu seyirci.
Dalıp gitmişti lambaya.
Sadece geceleri nereye baktığını görüyordu seyirci.
Işıklar yandığında, alkışları duyuyordu.
Okuduğu yazıdaki kayıtsızlık, özensizlik öyle korkunçtu ki devamını getiremedi.
Onun hakkında yazı yazmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha düşündü. Aslında her şeyi yeniden ele alıp bir yanlışa düşmekten kurtarmaya çalışıyordu kendini, hem de yazıyı...
Tepeden bakan biri gibi yorumlayanlardan farklı bir stille sıyrılmak istiyordu. Çevresini saran birilerine benzemekten korkuyordu kalemi.
“Onlar ki istedikleri zaman ortaya çıkar” diyordu, “birilerinin gözüne girmek için çeşitli konularda gerekeni yapar, çevreye birçok değersiz insanı katıp kaybolurlardı.” Hatta ilerde, bazılarının satırlarına göz attığında da karşısında farklı bir oyundan bahsedeceklerinden emin gibiydi. Neler yazamayacaklarını görüyordu.
Yalan söylemenin, önemi yoktu onlar için, en büyük günah yetersizliklerini birinin ortaya dökmesiydi.
Kapıyı açtığında karşısında yorgun ama çok mutlu bir adam vardı, sarıldı...
1 yorum:
neyin parçasıysa gerçekten çok hoşmuş(=
Yorum Gönder