
Malesef bu değerli insanın biyografisi blogumuza öldükten sonra ekleniyor ancak o sıcacık ve samimi filmleriyle hep bizimle olacak...
Aşk insanı saçlarından yakalıyo... Buram buram şarap kokan o saçları rüzgarıyla çekiyor kendine doğru ve minik tatlı ıslığıyla büyülü bir şarkı fısıldıyor kulağına... Aşk insanda uyku yapıyor... Elindeki anahtarı yere düşürünce uyanan gardiyanın korkusuyla parmak uçlarında yürütüyor insanı...
Eski bir parşömen parçasındaki haritayı açıyor müzik insanın önüne... Ağıtları izleyerek kazıyorsun kumlarını insanlığın... Deniz dalgalarını vurdukça yüzüne daha çok ağlıyor sol notası tatlı, hüzünlü sesiyle...Re koşuyor yardımına diyezlerin üstünden okyanusu aşan bir unicorn havasıyla ve gizli saklı hazine ümitleriyle derin yağmur ormanlarında yankılanıyor düetleri... Arıyorsun... Nerede... Bir esle uçuyor gökkuşağı taklidi yapan kuşlar ağaçların arasından...
Izdırap ölüleri çürütüyor... İçten içe kanatıyor insanın ruhunu ve damarlarını patlatıp parmak uçlarından çıkan kelimelere damlatıyor zehrini... Ne kadar da koyu hançerin ucundaki al leke... Kalemler karalar bağlıyor ve bir antika piyano çiziyor kaderine... Bozulmuş akordundan fırladıkça paslı notalar... Yüreğini diktiğin ipliklerin koptuğunu hissediyorsun.. Ve tekrar kanıyor...
Tatlı bir soğuk esiyor uzaklardan sesini duyuyorum . . Alevler arasında kıvranan düşüncemi söndürmek için düşlüyor... Kristal kulelerin muhafızlığını yapan soluk renkli melekler süzülüyor parlak bulutlar arasından... El ele tutuşmuş dönüyorlar etrafımda... Minik, ahşap bir müzik kutusu var solgun kanatlarında.. Balerinler dönüyor mavi gözlerinin ardında...
Esiyor... Esiyor çıplak rüzgar ellerimden şafağa...
Özgürlük insanın nefesini kesiyor ciğerlerinden... Tek başına koşman gerekiyo diğerleri sana yetişemediğinde . . Kahve kokusunu arzularken dünlerde ve şeffafken hala buz gibi sular dağların tepesinde... Mitoloji kendini yeniden yazarken gözlerin önünde, havanın tükenmesi ya da sızlaması diyaframının... Seni daha hızlı koşman gerektiğine ikna ediyor sadece... Huzursuz ruhlar gömülmeyi bekliyor tur bindirdiğin mazide.. Kokuları hasta eden insanı... Bir inciyi içten içe çürütmeye yetecek kadar korku dolu hudutları..
Bir tını duyuyorsun açıklıktaki ağaçlardan.. Yemyeşil yaprakları bir kapıyı gizliyor bağırlarında . . Gürgen ağacından bir tahta kapı.. Ve üzerinde siyah demirler işli gün ışığında... Yerin altına açılıyor sarmaşıkların arasında... Tuğlalardan merdivenler var yerin altında da... İniyorsun, toprak kokuyor etrafın. Ayağının altında taze çimen... Gaz lambalarıyla aydınlatılmış tünelden yürüdükçe güzel bir koku ilişiyor burnuna. Yürüdükçe aydınlanıyor etrafın... Tünelin sonuna doğru hava pürüzsüzleşiyor. Peluş bir battaniye var toprağın üstünde. Krem rengi. Eline aldığında sıcak olduğunu fark ediyorsun; yeni terk edilmiş... Kokusu başını döndürüyor ama zihnin açık ve ayakta kalıyorsun. Az ileride toprak beyazlaşıyor. Merdivenler görüyorsun. Basamak basamak tırmanıyor ve bir kaleye çıkıyorsun... Ayakkabıların toz içinde kaldı. Tam son merdiveni basarken adımın, bir kadeh şarap dökülüyor saçlarına Hansel ve Gratel'in masasından. Yapış yapış erimiş tüm dünya burda.. Çikolata fabrikası iflas etmiş ama çikolata pınarları duru hala. Dikkatin dağılıyor ve işte evindesin... Güneşin elçisi rüzgar kollarını doluyor boynuna ve fark ettirmeden saçlarına sarılıyor birşeyler... Son nota... Koca bir es.. Yine düştün cadının kazanına...
Türkiye’de dergi çıkarmanın zor olduğunu bilmeyen yok. Bunu kısa sürede kapanmak zorunda kalan dergilerden de anlıyoruz. Ekonomik krizin de devreye girmesiyle dergi çıkaranların durumu daha da zorlaştı. Son olarak on yılın üzerinde bir zamandır çıkmakta olan dergilerimizden Virgül’ün ve Roll’ün bu ay elveda demeleri, başta sadık okurları olmak üzere benim gibi düzenli takip edemeyenleri de oldukça üzdü.
Sinema dergilerinde ortam şu anda durulmuş gibi görünse de (zaten kaç tane kaldılar?), son birkaç senede kapanan Film+ (ki Altyazı’yla birlikte piyasadaki en kaliteli sinema dergisiydi bence), popüler İngiliz dergileri Total Film ve Empire’ın boşlukları hâlâ doldurulamadı. İşte bu boşluğu bir nebze olsun doldurmak için olsa gerek, geçtiğimiz ayın sonunda yepyeni bir sinema dergisinin haberi geldi: Arka Pencere. Hepsi de kıdemli sinema yazarları olan Cem Altınsaray, Burak Göral, Murat Özer ve Burçin S. Yalçın, internet üzerinden bir sinema (kendi deyimleriyle bir film kültürü) dergisi çıkarmaya karar vermişler. Yanlarına Kerem Sanatel, Kemal Ekin Aysel ve Tunca Arslan gibi isimleri de alan ekip haftalık bir dergi çıkarma niyetindeler ve şimdiye kadar da bunu başardılar.
Arka Pencere, sinemaseverlerin bildiği üzere büyük usta Alfred Hitchcock’un önemli filmlerinden birinin adı. ‘Hitchcock sevmeyen, sinemayı da sevmez!’ sloganıyla yola çıkan dergi tamamen Hitchcock konseptiyle hazırlanıyor. Derginin içindeki her bir bölüm bir Hitchcock filmiyle adlandırılmış ve her sayı usta yönetmenin bir fotoğrafı ve sözüyle bitiriliyor. Üçüncü sayısını çıkaran derginin şimdilik tek eksiği PDF olarak indiremiyor oluşumuz.
Uzun soluklu olması dileği ve ümidiyle...
Buz gibi nefesiyle üflüyor saçlarm arasından.. Savruluyorum. Saklanıyor. Bitmeyen telaş içerisinde etrafımda dönüp duruyorum. Gülüyor. Ağlıyorum… Korktuğumu anlamaması için derin ve sessiz alıyorum nefeslerimi ama o hissediyor…
Gözlerimde henüz kurumayan yaşlarımla sık ormanlığı aşıp bir su birikintisine ulaşıyorum. Yanı sıra bir patika izliyor onu. Yürüyorum. Mavi tülden elbisem peşim sıra sürükleniyor. Gözlerimi aydınlatan kızıl meşalemi bir şey yarıp geçiyor. Zavallı hayvan zardan kanatları al al; çığlık çığlığa debeleniyor gökte. Haykırıyorum. Elimden gelen bir şey yok mu?! Peşinden koşuyorum, hayvan canı uğruna verdigi savaşı kaybediyor ve düşüyor…
Karanlıkta el yordamıyla sesini ve sönen alevininin izlerini takip ediyorum derken ağaçlardan birinin kökleri kesiyor yolumu. Yerdeyim. Sarsıntının verdiği şoku atlatıp başımı kaldırdığımda önümde uzanan kapkara bir göl görüyorum. Kan damlıyor gözlerimden. Tüylerim diken diken, olduğum yerde kalıyorum. Kıpırdayamıyorum; ensemde birşeylerin kaynamaya başladığını ve bedenimden ruhuma aktığını ve akabinde aynı hızla buz kestiğimi hissedebiliyorum yalnızca.
Kudretli çakıl taşları üstünde uzanırken gördüğüm yer… O’nun ini…Gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor karanlığı… Derin… Çok, ama çok derin.. ve suları o kadar siyah ki, etrafını saran çemberi, ruhların soluklarıyla yanan o bembeyaz alevi bir girdapmışçasına yutuyor uzun soluklarıyla. Çevresindeki ağaçlar kristal kristal yanıyor.
Başım dönüyor. Bir inanmazlıkla sarsılıyor aklım. Deprem oluyor durduramıyorum… Ellerimin arasından kayıp gidiyor parmak izleri… Çizgilerimi yitiriyorum, damarları kuruyor ruhumun.
Susmuş çığlıklarıyla kafamın içine doluyor; dokunamıyorum!... Çakılları kazıyorum. Kazıyorum. Bir parça toprak!.. Bir parça toprak buluyorum… Toprağa dokunmak… Sıcaklığı hissetmek, bir parça yaşam belirtisi, bir parça hayat arıyorum!... Ellerim kemikleşiyor.
Yarasanın alevini söndüren suya doğru koşuyorum. Bir damla hayat.. Sıcak kalmış herhangi bir şey... Ayaklarımı parçalıyor çakıllar, defalarca düşüyorum… Kükürt kokan havadan son bir nefes alıyorum ve... Masmavi bir suda uyanıyorum. Güneşin altın ışıklarıyla yıkanan bedenim hayata kavuşuyor… Saçlarım, buklelerinde bir hülya, dans ediyorlar damlalarla.. Ne kadar da ılık bu sular.. Ne kadar renkliymiş hayat...Derken bir sualtı mağarasına sürüklüyor mavilik beni. Efsunlarla bir masal yazıyorum duvarlara. Ve hava tükeniyor ciğerlerimden.. Uyuyorum.
Yanağımı okşayan dalgalarla uyanıyorum. Kirpiklerim suyun ıslaklığıyla ağırlaşmış. Mavi tülden bedenimle sereserpe uzanmışım yeniden çakılların üstünde.. Göğün zehirden yeşil bir rengi var tepemde. Beyaz tenime değen suyun rengi: Siyah. Ellerim suyun içinde, doğruluyorum. Ellerimi uzatıyorum suya iyice. Parmaklarımın arasından süzülüyor sular yüzüme götürürken.
Ve . . . Karanlık sular içiyorum ölümün gölünden… Kanım gizemin labirentlerinde geziniyor ve… Siyahlaşıyor... Anıların beyaz kanatları dökülüyor… Geçmişin gölgesi yüzüme kırışıklıklar konduruyor ve ben… Çok korkuyorum… Diktiğim ormanın gölden alev alması ve bir mezarlığa ve bir hatalar harabesine dönmesinden..
Özen Pelin Duran
09.09.09 ~Çarşamba
21.21
Gizem Gülşen Soydan’ın anısına...